Translate

24 Aralık 2014 Çarşamba

MUTLU SENELER...


Alper her sabah "günaydın" demeden önce kalkıp önce perdesini aralayarak "kar" kontrolü yapıyor ama nafile... Kar dağlarda bizden uzakta... Kar var diye sevinemiyor yani...

 
Acı içindeki insanların diğer yaşamlara sevinememesi gibi...




Afrika'da...Orta Asya'da...Orta Doğu'da.... zulüm gören insanlar... Uzakta...
Alt mahallenizde babasından şiddet gören çocuk.... Uzakta..
Üst katınızda eşinden dayak yiyen kadın... Uzakta...
Köşe başında soğuktan titreyen yaşlı  adam... Uzakta...





Sırtında battaniye ile pencere önünde oturan yaşlı teyzenin yanlızlığı... Uzakta...
Saçlarının ne zaman uzayacağını ısrarla soran lösemili kızına gülümsemeye çalışan annenin çaresizliği... Uzakta...
Elinde sefertası ile okula giden yaşıtlarını seyreden gencin burukluğu .... Uzakta...
Ayakkabıcının önünden geçerken tekerlekli sandalyesini hatırlayan çocuğun duaları... Uzakta...
Açlıktan halsiz kalmış sokak köpeğinin kendini kovalayan çocuklardan kaçışı... Uzakta..

Tarihte yaşanmış acılarla yüzleşmek için "önce eğitim" diyen insanların çığlıkları... Uzakta...
Alfabe ile dil arasındaki ilişkiyi anlatmaya çalışan insanların çabaları... Uzakta...
Önündeki çukuru göstermek için yanlızlığı göze almış insanların uğraşları .... Uzakta...

Yepyeni bir yıl geliyor.... Soru işaretleri ile dolu...
Silah tüccarlarını konuşuyoruz....
Uyuşturucu sektörünü konuşuyoruz...
Terörizmi konuşuyoruz....
Globalizmi konuşuyoruz...

İnsanlık..... UZAKTA...


Mutlu olmak için ne çok nedenimizin olduğunu fark edeceğimiz bir yıl diliyorum ...

Sevgiyle, huzurla, mutlulukla kalın...










17 Aralık 2014 Çarşamba

BİNLERCE YIL SONRASI....

Bir varmış bir yokmuş....

Dünya adında bir gezegen varmış...
İçinde yaşayan hakim canlılara İnsan denirmiş. Bu türün çok da belirgin ortak özellikleri yokmuş...
Yaşam döngüsünün 30 yıl ile başlayıp 550 yıla kadar çıkmış...

 Başlangıçta birbirlerini koruyan, tehlikelere karşı birlikte hareket edebilme yeteneği geliştiren bu ırk; zamanla doğal ortama uyum sağlamış, bireyselleşmiş...

Başlangıçta doğayı, hayvanları emrine almak, korumak için mücadele veren bu ırk; zamanla her canlılığı kendine rakip görür olmuş...

Başlangıçta  bildiklerini aktarmak için her fırsatı değerlendiren insanlar, yazıyı, ateşi, tekerleği keşfetmiş... yaşam felsefesi oluşturmuş bu tür; zamanla her şeyi kendine saklar olmuş...

 Başlangıçta eşitlik kavramı her şey iken zamanla "madde zenginliği" kavramı ortaya çıkmış...

Başlangıçta türlerinin devamı olan ve adına "çocuk" dedikleri canlıları koruyup kendilerinden önde tutan insanoğlu, zamanla; zamanın sırrını çözmüş.... yaşlılık olmadığı için çocuklara ihtiyaç da kalmamış...

Başlangıçta hayatta kalmak ve nesli sürdürebilmek için yaşanırken; zamanla "güçlü olmak" için yaşanır olmuş...

Güçlü olanlar kendilerini sonsuz zannederken sadece ölüm sonları olabilmiş.. Lakin "güç" denen "madde zenginliği- öldürebilme üstünlüğü"  nesiller üzerinden aktarılan bir "zehir" olmuş...

İnsan ırkı, bu zehrin etkisinden kurtulamamış ve gezegenin ölümü ile tarihe gömülmüş....
**************



Zaman; sonsuzlukta bizi temsil edecek hikayeye müdahale edebileceğimiz zamandır. Her türlü güç sadece mutluluk ve sevgi ile masumlaştırılabilir.



Mutlu olmayı unutmayacak nesiller yetiştirebilmek duası ile:))...

14 Aralık 2014 Pazar

YERLİ MALI HAFTASI...

Merhabalar....

Yaşamın temposu içinde sizlerle öyle çok şey paylaşmak istiyorum ki....Lakin zamanında  aktarılamayan her not gibi kuruyup soluveriyor; geceyle gündüzün kovalamaca oyunu sırasında....

Bugün sizlerle yerli malı haftası hakkında fark edişlerimi paylaşmak isterim... Elbette zaman çizelgesinde geriye dönük anılarla..
Aynı yaş gurubunda olup, ortadirek yaşayanlarla benzer anılarımız olduğuna eminim:)

Sabah oğlum yerli malı haftası kutlayacak.. Hem de benim çocukluğumdaki gibi... Oğlumun anlayamadığı bir heyecanla anlatmaya çalışıyorum bir şeyleri...

...............

İlkokulda sınıf mevcudumuz 68 kişi idi... 3. sınıfı barakalarda okudum. Bildiğiniz saçtan baraka içine sıralar, bir kara tahta, öğretmen masası ve bir kömür sobası... Bir sırada 3 kişi... Ortada oturmak hem iyi hem kötüydü... İyiydi çünkü sıradan düşme derdi yoktu... Kötüydü çünkü kollar bedene yapışık yaşanırdı ve dirsekler hep çarpardı... Hem de sağlı sollu..:) Neyse... Yılın en keyifle beklenen haftası "yerli malı haftası" olurdu...

Yerli malı haftası demek; bolluk demekti, bereket demekti, çeşit demekti... İlkokul öğretmenim Recai hocam böyle anlatırdı. "Şimdi bu çeşitlilik var ya çocuklar, herkes evde çalışıp hazırladığı için değil mi... herkes burada paylaştığı için.... Sonuçta; hem herkes doyuyor, hem sıkılmıyor, hem dengeli besleniyor hem de hiçbir emek ziyan olmuyor.... İşte yerli malı kullanmanın minik bir örneğidir sınıfımız...."

Kulakları çınlasın...O dönemlerde hassasiyet oluşturmuş beynimizde... sınıf neredeyse 70 kişilikti ama her şey nakış nakış işlenirdi...

Ben, okuma şansı için dua eden insanları gördüğümde, o barakaları şükranla anarım....
"Ekonomi yoklukta öğrenilir" lafının doğruluğu bende kanıtlanmıştır:)

Biz Türk Malı kullanacağız ki... üretenlerin çabası boşa gitmesin...
Biz Türk Malı kullanacağız ki.. çeşitlilik kimsenin ahkamına kalmasın....
Biz Türk Malı kullanacağız ki .. herkes sağlıkla beslensin- temizlensin-giyinsin...
Biz Türk Malı kullanacağız ki.... en azından o baraka okullar herkese ulaşabilsin...

Aşırı milliyetçi bir insan olduğum söylenemez ama ekonomik bağımsızlık her şeydir... Memleketimizin kendi göbeğini kesebilmesi için,Atatürk'ü yeniden okumak gerek "Efendiler, ekonomisi bağımlı olan milletlerin tam bağımsızlıktan söz etmeleri mümkün değildir..."

Çocuklarımıza anlattığımız her şey gibi pekişmeli "yerli malı" kavramı...Kendi gelecekleri için,  mağazada bizden önce bakmalılar barkoda "869" ile başlıyor mu diye...

Fark Ediş:Yerli malı haftası kaldırıldığında "gümrük birliği" masalı ile Dünyaya pazar olduğumuzu; önce kendimize hançer sapladığımızı; abilerimiz, amcalarımız, kardeşlerimiz işten çıkartıldıklarında anladık... Çalışan fabrikalar "ithal ürün fiyatları ile rekabet edemiyor" diye kapandığında anladık... Anladık ama toplum olarak çok umursamadık... ucuz diye tercih etiğimiz ne varsa kendi cebimize kar bildik... paranın nereye gittiğine bakmayı önemsemedik...


Yarınlara borcumuzdur, doğru olanı yaşamak... anlatmak...

 Bu sıralar bol bol söylemek gerek... "Yerli Malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı"...



2 Aralık 2014 Salı

ANNELİK YILDÖNÜMÜ....

Uzun bir aradan sonra yine merhaba..




Herkesin bir ayı olsa, benim ayım Eylül ya da Kasım olurdu...
 Hayatımdaki pek çok önemli gelişme Eylül ayında olsa da oğlumun doğumu Kasım sonu olduğu için terazi Kasım'a kayar... Bir mucizenin merkezinde olmak o kadar büyülü bir his ki, o ana kadar olan tüm "AŞK" kavramları yerle bir oluverir... Her şeyin anlamını bulduğu ve her şeyin bir o kadar anlamsızlaştığı andır,  bir bebeğin ilk sesini duymak...

Kasım ayı o yüzden bende hep çok hareketli geçer...
Bunu anlatmak zor... Her his,  yaşayanın hissettiği kadar değerlidir...
Kimi için önemsiz olan sizin için olağanüstü olabilir... Bu kimseyi iyi ya da kötü yapmaz.. İnsanlar hissettikleri ile yargılanamazlar...
Sizin değer vermediğiniz bir konuyu çok önemsiyorsa arkadaşınız; arkadaşınıza verdiğiniz değer ölçüsünde; yanında olun.... Çünkü insanlara verdiğiniz değer sizin ne hissettiğiniz değil, ne hissettirdiğinizdir...

Doğum günleri hep çocuklara bayram havasında geçer ya... Benim için de oğlumun doğum günü bayramdır.. Hatta; belki de daha çok önemsiyorum bu günü. Onun için açılan hediyeler iken anlamı, benim için hayatımın gözden geçirilişi...

Benim çocukluğumda hiç doğum günüm kutlanmadı... Hatırlayan da olmazdı zaten... Bizim ailede önemsiz, gereksiz bir detaydı doğum günleri... Çünkü doğmak sıradan, doğurmak bir görevdir bizim topraklarda...

16 yaşında evlenilir, 17sinde ilk çocuk kucağa alınır...
30' una kadar en az 4 çocuk... Normalde 6... Hepsi yaşarsa kadının şanı... Erkek çocuk çoksa erkeğin şanı yürür... Annem, 2'si yaşam savaşını kazanamayan 6 doğum yapmış... Hangi birine kutlama yapsın..Hepsinin hatıralarında biraz acı biraz utanma var... 5 kız 1 erkek çocuk...!!!

Dağın başında ne doktor ne hastane...benim ebem anneannem, kardeşimin ki babaannem... Gel de kutlama yapmak iste...

Neyse, kelimeler yine başına buyruk dökülüveriyor ...

Belki de kızgınım her şeye... Atmışım bir yerlere, şimdilerde yüzleşiyorum kendi kutlanmayan doğum günlerimle... Doğumuma sevinilmediğini biliyorum ya belki de tüm hıncım bundan... Kızı olduğunu duyduğunda anneme yüklenen yükü hissetmek belki de abartmalarımın nedeni.. Annem beni ne çok sever bilirim ama yine de doğduğuma sevindi mi emin değilim:((

Alper'e evde iki parti yaptık. İstanbul'da teyzesi ve yengesinin hazırladığı sürpriz doğum gününe de gittik. Kuzenlerle bir parti yapık... Arkadaşları ile gönüllerince eğlendiği bir parti de oyun parkında yaptık... Kayınvalidem bile dalga geçer oldu 40 gün 40 gece doğum günü mü olur diye:)))

Evet biraz abartmış olabilirim...

Abartıyorum oğlumun doğum gününü, çünkü hayatımda eşsiz bir gün...
Abartıyorum çünkü oğluma doğduğuna ne kadar mutlu olduğumu söyle şeklim bu benim...
Abartıyorum çünkü "anne" olma yıl dönümümü önemsiyorum..
Anne olmayı önemseyişimi gösterme şeklim benim...


İlk defa evde ve uzun vakit ayırarak bir organizasyon yapma lüksümüz oldu..
İlk defa evde pastalar yaptık beraber...
İlk defa şeker hamuru ile bir şeyler yapmaya çalıştık... (beceremesem de eğlendik:))
İlk defa bir organizasyonu birilerine bırakmadan ben ilgilendim... Güzel anılarımız oldu... Hem oğlum için hem benim için...

Bir saniye sonrasının sahibi Allah... İnsanların "erteleme" lüksü yoktur... İnsanların "vazgeçme seçeneği" vardır...

Vazgeçersin... Ya da yaşarsın...

Alper 5. doğum gününe ait neler hatırlayacak bilmiyorum ama ben mutluyum..



 Farkediş: İnsan çocuğu olunca ölümden korkar oluyor... O yüzden ziyan edilecek bir an bile yok...
Yaşadıklarımız ne kadar zor olursa olsun, çocuklar mutlu anıları hak ediyor. Mutlu anılar da sadece siz mutlu iken mümkündür... Mutlu olmayı çocuklarımıza borçluyuz... 




Her anı farklı kılabileceğiniz bahaneler bulabilmenizi diliyorum...

Sevgi ve mutlulukla kalın...












16 Kasım 2014 Pazar

SÜSLÜ İLE HIZLI...1

Herkese Selam;

Evde uyguladığımız  kuklalı (dolaylı) anlatım çalışmalarının sonuncusunu paylaşmak istedim. Bu karakterleri istediğiniz gibi tanımlayıp istediğiniz konu üzerinde tartıştırabilirsiniz.  Ne kadar açık ve aşırı olursa çocukların o derece ilgisini çekiyor.  

Sevgi ve huzurla kalın...

*************

SÜSLÜ İLE HIZLI'NIN MACERALARI

Oyunla Verilmek İstenenler:

- Kimse mükemmel değildir
- Arkadaşlarımıza yardım etmek bizi daha cok mutlu eder.
- Topluluk içinde nasıl davranacağımız konusunda emin olamadığımız her konuda yardım almak, yanlış yapmaktan iyidir.
- Kimseyi rahatsız etmemeliyiz.


Karakter 1: SÜSLÜ

  • Aynadaki görüntüsüne herşeyden çok önem verir.
  • Topluluk içinde uyulması gereken kurallara önem vermez.
  • İyi niyetlidir.

Karakter 2: HIZLI

  • Sabit bir yerde durmakta zorlanır.
  • Çok zeki ve çalışkandır
  • Yavaş olduğunu düşündüğü arkadaşlarını itebilir.
  • İyi niyetlidir.

Süslü ve Hızlı aynı sınıfa giden iki iyi arkadaştır. Birbirlerini korur ve uyarırlar. Farklılıkları ile birlikte yaşamak için sürekli çözüm bulabilirler.

BURNUM AKIYOR...

Süslü : Hapşuuuu... Burnum akıyor, galiba hasta oluyorum.
Hızlı : Geçmiş olsun. Keşke evde kalıp dinlenseydin. Grip bulaşıcıdır diye duydum.
Süslü : Evet Haklısın ama yeni tokamı herkese göstermeliyim.
Hızlı : Süslü hadi daha hızlı yürü derse geç kalıyoruz.
Süslü : Terliyorum sanırım. Hapsuuuu...
Hızlı : Aaa burnun akıyor Süslü
(eliyle burnunu siler ve üstüne sürer)
Hızlı : ıyyy ne yapıyorsun Süslü...
Süslü : Ne yani burnumda mı kalsın.. ?
Hızlı .Hayır akıllım. Kağıt mendile silip, hiç eline bulaştırmadan çöpe atmalısın. Yoksa mikrapları herkese yayarsın ve sen de iyileşemezsin.
Süslü : Ben mikrop falan görmüyorum. Abartıyorsun. Hem geçen gün Güçlü parmagıyla karıştırıp ağzına attı... (Güler.. )
Hızlı : Bu çok iğrenç. Midem bulandı. Bu gülünecek bir şey değil çok yanlış bir hareket. Güçlüyü de uyarmalıyız. Bak akıllım, mikroplar gözle görülemeyecek kadar küçüktür ve bizi çok hasta yapacak kadar da güçlüdür. Böyle yaparsan arkadaşların hem hasta olmamak için hem de ellerin pis olduğundna elini tutmak istemez.
Süslü: Hayır yanlız kalırım o zaman..
Hızlı : Ne sandın akıllım. Hadi bu mendili al. Hapşururken de ağzını kapat. Hem kendini hem bizi koru. Sonra da ellerini sabunla güzelce yıka ki mikroplar elinden temizlensin.
Süslü: Tamam Hızlı. Tokamı alır mısın, ben lavaboya gidiyorum. Sınıfta senden alırım...
Hızlı : Acele et ders başlamak üzere...

Süslü : Teşekkürler Hızlı..

ÇOCUKLARDA UTANMA 2...

Okulda yaptığı bir etkinliği eve getirmeye bayılır benim oğlum.  Anlatır, gösterir; tüm çabasını sarf eder istediği ilgiyi çekebilmek için...

Bir önceki yazıda söylediğim utanma-utandırma kavramları için tiyatral bir oyun oynamayı planlıyorum ya evde, kuklaları da seçmişim, senaryom hazır ama evdeki hesap yine çarşıya uymadı:)
Oğlumu elinde"penguen" çalışması ile gördüğümde sadece gülümseyebildim. Soyu tükenmekte olan hayvanları işlemişler...  Haydi bizim kuklaların yüzüne bakılmadı bile..

Her durumda çözüm üretebilen "annelik içgüdüsü" hızlı bir kıvırma ile kendini gösterdi. Eve geldiğimizde penguenimize bir "kız arkadaş" yaptık... Ben malzemeleri çıkarttım ve keyifli bir ev etkinliği oldu. Neyse kız penguenimizi süsledikten sonra oyuna doğru yönlendireceğim ki komşumuzun sevimli kızı  Defne geldi.  Olduk 3 kişi... Lakin bir penguen daha yapmak enerji yok. Neyse ki Defne kuklalardan birini beğendi ve oyun 3 kişilik doğaçlama bir şekil aldı...

-Ben ---- Hadi karakterlerimize bir isim koyalım. Mesela Benim karakterimin adı "süslü".
-Alper--  Şiimmşekk olsun bi de söndür ve kurtar...!!!
-Ben----  Daha kısa bir  isim olabilir mi?
-Alper--- Hızlı gibi bir şey olmalı ama... erkek ya... (Penguen ne kadar hızlı olabilirse...:))
-Ben----- Süper, adı "hızlı olsun
-Defne--- Kardeşimin ismi olabilir mi?
-Ben---    Karakter senin tatlım, senin kuklan da "Zeynep" olsun.
Bir aşamayı bitirmenin keyfi ile kıkırdadık bir süre...

-Ben---- Karakterlerimizin iyi ve kötü yanlarını söyleyelim. Kimse mükemmel değildir değil mi:)
-Defne--Süslü nasıl?
-Ben--- Adı üstünde süslü. İyi niyetli ama hep aynada nasıl göründüğüne bakıyor.  Gurup içinde nasıl davranılacağını bazen bilmiyor.  Mesela herkesin yanında burnunu karıştırabiliyor...
(Tepki anında geldi.. Iyyy çok iğrenççç...)


Ben ---- Hızlının kötü yanı nedir?
Alper--- Arkadaşlarını ittiriyor olsun. Bir de bazan yaramazlık yapıyor
Defne--- Arkadaşlarını küçümsüyor ama çok başarılı...
Alper --- Hızlı, daha çok başarılı, hep  10 yıldız alıyor...
Defne --- Zeynep de çok yıldız alıyor...
(Yaşın getirdiği yarışma içgüdüsünden kurtarmak için devreye girmem gerek... Hemen hamle...:))

Ben ---- Bu üç karakterimizde çok başarılı ve öğretmenimiz hepsini çok seviyor.
Bu konuda anlaştıktan sonra hemen oyuncaklarımızdan taplama bir sınıf yaptık. Dik konan bir kitaptan yazı tahtası, puzzle parçalarından sıralar....

Hikayenin devamı inanılmaz geçti. Hızlı ve Zeynep; Süslü'ye burnunu nasıl temizlemesi gerektiğini öğretti.Gaz çıkartmanın sağlıklı olmanın bir gereği olduğu, yoksa karnının çok ağrıyacağını bile söyledi Alper. Defne de bu durumda tuvalete gitmesi gerektiğini ve kimseyi rahatsız etmemesi gerektiğini anlattığında aslında"her şeyi bildiklerini" fark ettim.

Aslında sorun yoktu.
Fark Ediş: Sorun benim "utanma" hissimdi,  Bilmek, yapmak için yeterli değildi ki...
Bunu en iyi bilen benim ama yine,  çocuklardan öğrenmiştim.

Çocuğa ne kadar anlatırsak anlatalım, bir kere bile görse o kadar anlatma çabası çöpe gider. Sigara içen bir ebeveynin "sakın sigara içme evladım" demesinin inandırıcılığından öteye gitmez çabalar...

Ne yapmasını istemiyorsak yapmayı bırakacağız önce...  Çocuğumuzun yanında da kalabalık içindeymişiz gibi hareket etmedikçe sadece çabalamış oluruz...

Küfrü sıradan konuşma içinde kullanan büyük, küfür eden çocuğu
Sigara içerken pervasız davranan büyük, sigara içen çocuğu
Eşine, çocuğuna kaba kuvvet uygulayan büyük, arkadaşlarına kaba kuvvet uygulayan çocuğu
Kedi köpeğe "ıyy iğrenç" diyen bir büyük, sokak hayvanlarını sevmeyen- hoşgörü göstermeyen çocuğu yargılayamaz...

Çocuğumuzun bizi takip etmesi çok normal. Zaman, bizim çocuğumuzu takip etme zamanıdır.

Hoşgörü ve sevgi dolu kalın...














5 Kasım 2014 Çarşamba

ÇOCUKLARDA UTANMA 1...

Geçen hafta oğlumun okulunda bir etkinliğe katıldım.  Açıkça itiraf etmeliyim ki Alper'le ilgili katılabildiğim ilk etkinlik oldu. Maalesef hayatın koşuşturmasında hep mazeret sunmak durumunda kalanlardan olmuşum şimdiye kadar...

Etkinlik; anneler arası, annelik üzerine konuşma-dertleşme platformu...
Çocuk gelişim uzmanı eşliğinde; annelerin kendi anneliklerini, annelerini, aile içi iletişim seviyelerini sorguladıkları bir zamana dahil oldum...

Katılımcılara bir süpriz yapılmış. Çocuklara anneleri ile ilgili sorular sorulmuş ve video kaydı alınmış... Çok sevimli... Çoğu çocuk; annesinin yaptığı yemekleri, güzelliğini, iyiliğini anlatmış... Her çocukta "ay çok şirin..." nidaları yükseliyor.
Alper'e sıra gelince, (kabul biraz endişelendim ne diyeceği konusunda) başlarda şaşırtıyormuş gibi yaptıysa da..

-Anne seni çok seviyorum
-neden anneni seviyorsun?
-çünkü benimle yarış arabası oynuyor
-başka?
-tırnaklarını boyamasını istiyorum boyuyor, krem sürüyor,istediklerimi yapma.... sana bir şey söylim mi... annem küçükken ne yaptı biliyor musun?
-söyle bakalım?
-burnunu karıştırırken gördüm...
!!!!!!!

Ben yediğim soğuk duşun etkisi ile bir süre kaldım... Yapmıştı yine yapacağını...:))
Neden utandım bilmiyorum... Oğlum gördüğü gürüntüyü neden önemsedi anlamlandırmaya çalışıyorum.

Burnunun açık olması için bebekliğinden beri özel bir özen göseriyoruz ki nefes sorunu olmasın, sümkürebilmesi için yaptığımız şaklabanlıklar ayrı bir kahkaha konusu oldu hep... Büyüyüp okula başladı ve bizim tavrımızı anlamakta zorlandı.

-oğlum herkesin içinde burun temizlenmez... Bir büyüğünden yardım iste. mendilini kullan. yanlızken yap...
-anne burnumdaki sümük beni rahatsız ediyor!!!!

Var mı bunun daha düz anlatımı...
Muhtemelen de fark etmeden yaptığım baskıyı dışa vurdu yumurcak. Sen de yapıyorsun işte.... Seni de gördüm.....

Kabul ediyorum ki fena bir ders aldım. Utanma dediğimiz şey, utandırılmadan anlatılmalı. Ben belki de kendimi düşünerek "nedenlerini anlatamadan" yapmaktan keyif aldığı bir şeyi yasaklamaya kalktım ( çünkü her burnunu temizlemeyi başardığında alkışlayan bir anne-baba vardı geçmişinde)  neyin değiştiğini daha net anlatmadan da bu dışa vurum değişmeyecek eminim...

Fark ediş: Çocuklarda utanma, adab-ı muaşeret kurallarına uyma gibi konuları nedenleri ile anlatabilmek çok önemli. Malum, bu yaştaki çocuklar en çok birbirlerine karşı acımasızdır. "utanacağı bir duruma maruz kalmadan" bir konuşma dili bulmak için araştırdım. Oyun canavarı Alper için yine oyunla bir yol denemeye karar verdim... Kuklalarımı seçtim bile... Senaryom da hazır... Sonuçları, sonraki yazıda sizlerle paylaşırım.

Sevgiyle ve özgüvenle kalın:)














30 Ekim 2014 Perşembe

ABLASI OLMALI İNSANIN..

Ablası olan insan şanslıdır...

Ben iki abla ile katmerli şanslı olanlardanım:)

Çocukluğumda hiç arkadaş sorunum olmadı..
Hiç "sırdaş" eksiği çekmedim...
Hiç çaresiz kalmadım...
Hep nazlanacak birileri vardı etrafımda..

Çamaşırların elde yıkandığı dönemde, bana sadece çoraplar düşerdi ve çamaşır günlerini hep muhabbetinden ötürü keyifli hatırlarım...

Yemek yapmak evdeyken sadece eğlence idi,  evlenince işler değişti:)..

Ev temizliğinde sadece toz alırdım... Ablamlar kalan tüm işleri halleder, kalan zamanlarda da nazımı çekerlerdi.

İnsanın ablası olması harika bir şey...

Bilirsin ki seni kendinden önce düşünür....
Bilirsin ki, taleplerine evet demek için her yolu senden önce dener
Bilirsin ki, onların olan her şey bir parça senindir...

İnsanın ablası olması harika birşey...

Evlenmelerine en çok küçük kız kardeş arıza çıkartır, başkalarını daha çok sevecek diye...
Odasını alma ihtimali bile mutlu etmez eğer akşamları evde olmayacaksa...

Büyüyünce de insanın ablası olması güzel bir şey..
Kocaman insanlar olsak da ablanın yanında hep küçük şımarık kız kardeş olma hakkı saklıdır...
Evlilik terapisti gibi olurlar, çünkü bilirsin ki mutlu olman için herkesten çok tarafsız olurlar...
Çocuğunun teyzesi olur ve bilirsin ki sana bir şey olursa bile, çocuğun hep emin ellerde olur
Acımasızca eleştirse de, ablaları haklı çıkartmak hep çok kolaydır. Bilirsin ki önemli olan niyettir ve ablalar hep senden yana yontarlar...


Fark Ediş:
Teyze anne yarısı ise abla annenin kendisidir... Hiç kızmaz, küsmez gibi gelir... Sevgisi sonsuz gibi gelir... Çünkü öyledir..
 Abla olmak ne kadar zorsa küçük kız kardeş olmak o kadar güçlü kılar insanı...

Dünya ablalar günü olsa 31 Ekim olsun derim:)))
Yüzünü düşününce, sesini duyunca bile size kendinizi iyi hissettirecek ablası olan şanslı insanlar, bir bardak çay ya da bir fincan kahve için nedene ihtiyacınız olmadığını hatırlatırım. Benden söylemesi:))








ÇOCUĞA ÖLÜMÜ ANLATMAK

Zaman....
Hayat....
Ömür...
Varlık-yokluk....

Almamıza izin verilen sayıda  nefesimiz var... Bir ezan ile başlayıp selamız verilene kadar yer kaplayacağız bu Dünyada...

Yok öyle karamsar bir yazı değil asmayın yüzünüzü:) Bunlar hep bildiğimiz ama kendimizi soyutlamak için çalıştığımız varoluşun gerçeği... Ne ırktan ırka değişiyor ne de coğrafyaya bağlı... nedenleri tartışsak da herkes kendi "nedenini bekliyor değil mi?...

Dualarımızda ölümün de hayırlısını dilemek gerek.  Geride bırakacağımız her canlıyı zamandan bağımsız  hazırlamak gerek..Çocuklara ölümü anlatmanın ne büyük bir sorumluluk olduğunu daha yeni yeni anlıyorum.

Oğluma herşeyin bir ömrü olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Bu sıralar öyle çok yapıyoruz ki bunun gibi benzer konuşmaları...

- Anne doğum günün çok güzeldi.
- Teşekkürler tatlım, beraber kutlayabildiğimiz için çok mutluyum.
- Dedem neden ömrünü tamamlamıştı?
- Daha önce de konuştuğumuz gibi, kalbi çok yorulmuş ve dinlenmek istemiş.
- Peki hala aynı evinde mi?
- Ömrünü tamamlayan insanların evleri değişmez ki canım.
-Ama toprağın altındaki kapıdan diğer zamandaki evlerine gidiyorlar ya, başka evlere kapı açılamaz mı?
- Bilmem bunun cevabını ömrümüzü tamamlamadan veremeyiz değil mi:)..





Gülümsemeye çalışıyorum ama nasıl can acıtan bir konuşmadır bu anlatamam... Konuyu değiştirmek ve renk vermemek için çalışsam da  her an daha bir zorlaşır bu konuşmayı sürdürmek...
Hep de babama ihtiyaç duyduğum zamanları seçer paşam... ya da her sorduğunda duyduğum özlem patlayıverir....

Fark Ediş: 5 yaş çok sıkıntılı bir yaş ve soruları çok zor...

Tıkandığımda ise kollarını kavuşturup  :
- hıh cevap bile vermiyorsun... Babam da bazan böyle yapıyor.... Kime sormam gerek anlamıyorum.." Diyerek küsebiliyor... Büyüdüğünde anlayacak, verecek cevabım olmadığında çektiğim karın ağrılarını.. beni nasıl köşeye sıkıştırdığını...

Bu sıralar en çokAllah'ı merak ediyoruz.. Kabul ediyorum kopya çektiğim çok kitabım var:)

-Anne Allah sadece Dünyayı mı yaratmış?
- Hayır oğlum, Allah uzayda bildiğimiz ve bilmediğimiz ne varsa hepsini yaratmış.
- yani kosmozda seyrettiğimiz gibi mi... ( belgeselleri bizimle seyrederken birşey anlamadığını düşünmüştüm ama ne çok yanılıyor insan...:))
- Evet oğlum, bilmediğimiz farklı galaksiler de varsa onları da Allah yarattı. O herşeyin üstünde bir güç. Bu yüzden  O'na dua ediyoruz...
- Hmmm peki bu kadar çok alan varsa nasıl tek tek hepimizi duysun ki?
- Tahmin edemeyeceğimiz kadar büyük bir güç çünkü:)
-İstersen büyüdüğünde bu konuları araştıran bir bilim adamı olabilir ve senden sonra gelecek çocuklara verilecek cevaplar bulabilirsin.
-Evet hayalet yıldızlar gibi.. (yıldızları, onlardan yansıyan ışıkların bize ulaşım süresi kadar sanal görürüz)
- iyi bir örnek...
-Ben itfaiyeci olacağım. Ama astronot da olabilirim..:)))

-Anne Allah'ın numarası ne kaç?
-????
-Ona söylemek istediklerim var. Aramalıyım...
-Oğlum ezan okunuyor ya, işte o Allahın bizi konuşmaya çağırmasıdır.
- Ama hep ezan okunuyor...
-Evet, demek ki söylemek istediğin herşeyi istediğin zaman söyleyebilirsin. Seni duyacağından emin olabilirsin.

En çok da geçenlerde zorladı beni.
-Anne kremini sürdün mü?
-Hayır neden?
-Lütfen yaşlı olma.. O yüzden de unutma olur mu? Sen de babam da yaşlı olmayın.... Sizin doğum gününüz de olmasın. Ömrünüzü tamamlarsanız ben ne yaparım???

Deyip ağlamaya başladı... Bıraksam ben de salya sümük ağlayacağım.... Kucağıma alıp banyoya gittik. Kremimizi sürdük. Daha uzun günlerimiz olduğunu anlatıp, okula gideceğini, askere gideceğini, evleneceğini, çocuklarını beraber seveceğimizi anlattım. En çok da "baba" olma fikrine kahkahalarl güldü...
 Tam herşey düzeldi derken,
-anne senin mezarından bizim eve de bir kapı açalım olmaz mı?... Ben büyüyünce bunun nasıl yapılacağını araştıracağım " dedi..

Mutsuz bir an bile geçirmeye hakkımızın olmadığını anlatmak için yazdım bu yazıyı... Her anımızı mutlu birer anı olarak çocuklarımızın beynine kazımalıyız. Malum kaç nefesimiz daha kaldı bilmiyoruz.




















 



















BİZ'CE CUMHURİYET

" Cumhuriyet hürriyet demek
  Cumhuriyet özgürce yaşamak "

Oğlum evde bu marşı söyleyerek ordan oraya koşuyor.
Okula gitmek için hazırlanıp evden çıkarken evin hangi bölgesini süsleyeceğimizin pazarlığını yapıyor benimle...
 "anne odam olmaz, herkesi odama çağıramam... Salon olmaz mı lütfennn..."

Evde süsleme yapmanın sonuçlarını bilen biri olarak kafamda kestirmeye çalışıyorum neler olabileceğini...Zaman kazanmak için kelimelerle oynarken babamızın gülümsemesine takılıyorum... Canım benim bilmiyor tabi başına gelecekleri..:)

Okulda Cumhuriyet Bayramı turu atacaklar... Keyifle el salladı bize, biz de başladık bayrak balon aramaya... Nihayet okulun birine yakın bir kırtasiyede her istediğimizi bulabileceğimizi düşünerek içeri girdim. Sıralı bayraklar, farklı ebatlarda bayrak posterler, kuş şeklinde kesilmiş süsler, bayrak baskılı balonlar.... Ne ararsan var gerçekten..
 Alışveriş esnasında kasadaki bayanla başladık muhabbete... Ben ümitlerimden bahsederken, ümitsizliği ile " yapamıyorsan karala"  felsefesine saplanmışlığı ile dehşete düştüm...

" Biz Türkler çok tembel bir milletiz..."
" Memleketi bu hale getirenler utansın..."
" Millet uzaya çıkıyor biz bu köşelerde ömür çürütüyoruz...."
" Bizden adam olmaz..."

Hepsi benim tam da damarıma basan, (bana göre) düşünülmeden söylenen, altı boş, ezberletilmiş kelimeler dizisi...

Hanımlık çizgimden kayıp kaynamaya başladım...

"Hanım hanım.. sen hangi millete tembel diyorsun da sonra "Ataturk'ün adını ağzına alıyorsun... Haksızlık değil mi bu sözlerin;  memleketi kurtarmak için, sen "özgür yaşa" diye yokluğun içinde savaşan ATANA..."

"hanım hanım... memleketi bu hale getiren kim... sen neredeydin...ne yaptın da  söyleniyorsun.. birileri gelsin yapsın diye beklediğin şey ne?.. uykunu, lüksünü, rahatını düşünmeyi bırakıp gireceksin siyasete, yerinde savaşacaksın "doğru olduğuna inandığın şey" için... Ama önce düşüneceksin, doğru dediğin kimin doğrusu diye, araştıracaksın, çalışacaksın, yorulacaksın.... konuya her açıdan bakmayı öğreneceksin?....!!!!"

"Hanım hanım....millet uzaya çıkarken, sen ATANI rahat bırakmaz onların yaptıkları ile avunursan, bilimi savunmazsan... daha çok ömür eskitirsin. Rabbim seni "neden yaratıldığını bul" diye yaratmış. Atan, "sen özgürce bayrağını dalgalandır, onurunla yaşa" diye hayatından vazgeçmiş... Sen kimsin ki gençliği yok sayarsın da değersizmiş gibi davranırsın.. Türkiye'ye yapılacak en büyük kötülüktür insanımızı "değersiz" görmek...

"Hanım hanım... herkes kendinden sorumlu.. Senden "adam" olur mu bilmem ama; benim, gençliğimizden de geleceğimizden de beklentilerim yüksek... Anneler, öğretmenler kendilerini bildikten sonra gelecek nesilin kendini bilmemesi mümkün mü?..." Atatürk'ü anlamak, felsefesini bilmek demek. Ne fotoğrafı, ne büstü, ne nasıl yaşadığı... Atatürkü anlamak için, ne düşündüğünü bilmek gerek. Anlamak gerek... Anlatmak gerek...

Fark Ediş: Ben oğluma temel şeyleri anlatmakla mükellefim.  Bunlar da, en değerli hazinesinin "özgürlük" olduğu ile başlar. Dünya tarihinde esaret altına girmemiş iki millet vardır. Bunlar Türkler ve İngilizlerdir... Hiç bir nesil yok ki senden üstün olsun... Türk olmak ayrıcalıklı doğmaktır... Doğduğu andan itibaren ihtiyaç duyacağı tek şey "çok çalışmaktır".. Çok Çalışmak... "Muhtaç olduğu kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur"..

Atatürkçü olmak, çığırtkanlık yapmak değildir, taraf olmak ve papağan gibi söylenenleri tekrar etmek değildir... söylediklerinin doğruluğunu araştırmış, inanmış bir  bağımsız düşünebilen olmaktır...
 Atatürkçü olmak kontrol edebilen olmaktır. Sürece hükmeden olabilmektir....

Akşam olmadan, evde Cumhuriyet köşemizi hazırladık. Bayraklarımızı astık, Alper'in şişirdiği balonlarımızı astık.  Üzerine resim yaptığı balonlarla, çizdiği barış resimleri ve kendi yaptığı bayrakları da eklediğimiz köşemiz, bence,  muhteşem oldu...

Köşenin önüne geçip  istiklal marşını okuması bana verebileceği en büyük hediye idi. 5. doğum gününe bir ay kalan oğlum, beni mutluluktan bir kez daha ağlattı.  https://www.facebook.com/video.php?v=10152955479649796

Mutluluktan ağlamak... Tüm özverilerinin karşılık bulduğu; vaz geçişlerinin, yaşadığın zorlukların anlamsız kaldığı an...
 Anne olmanın anlamını bulduğu an... Yarınlar için umutların tavan yaptığı an...

29 Ekim sabahı erkenden kalkıp, okulda törenimize katıldık. Coşkumuzu katladık... Gün boyunca kah konuştuk, kah oynadık, kah gezdik... her anı mutlu olduk... Akşam yemeğinden önce ailece pastamızı yaptık. Cumhuriyetimizin 91. yaş pastasını... "Nice Yıllara Türkiye'm"diyerek 91 mum niyetine,  üfledi oğlum mumlarını, ... Tabak tabak kesip, sitedeki arkadaşlarına dağıttık. Kapı kapı gezerek, bayramlarını kutladık ve pastamızı paylaştık...




Aslında, kapı kapı umutlarımızı paylaştık, coşkumuzu, heyecanımızı, kahkahalarımızı, BAYRAMIMIZI paylaştık...

Memleketimin tüm insanlarının, özgürce derin derin nefes almanın kıymetini bilmesi dileği ile Dünya döndükçe kutlanacak nice bayramlara Türkiyem...




























12 Ekim 2014 Pazar

ALPER’CE ATATÜRK VE CUMHURİYET


                                                                                                                                                                                           
Daha dün gibi...  Ne çabuk büyüdü… Büyüdü de, duyduklarını sorgulamaya başladı. Ebeveyn olmak için ne heyecanlıydık,  Onu öyle çok bekledik ve istedik ki “evlat” kelimesi en yoğun haliyle anlamını buldu…
Hastanede var olma mücadelesini verirken camın arkasından  “güçlü savaşçım” diye fısıldıyorduk Muzaffer Alper’imiz için.  Teyzesinin, sarı saçları maviş gözleri üzerinden “Atatürküm benim” ifadesi en derin sevgi ifademiz oldu. 
Her ulusal bayramda Atatürk’le ilgili soruları, bizi memnun eden ilgisi;  her geçen bayramda daha da yükselen bir grafik ile yoğunlaşıyor. 29 Ekim arifesinde, okulumuzun da programına paralel, artık sormayan bilgi veren Alper’imizin heyecanı takdire şayan.
Yolda, arabada, yemek yerken, resim yaparken, oyun oynarken kendiliğinden açılan konular, Atatürk’e bağlanıyor ve bizler de mutluluktan uçan ebeveynlere dönüyoruz.

Ödevimizi alınca, işin ciddiyeti açısından, karşımıza aldık ve sorumuzu sorduk:
- Hadi anlat bakalım; Atatürk hakkında, Cumhuriyet hakkında ne yazalım ödevine?
- Ben Atatürk’ü anlatmak zorunda değilim, çünkü ben Atatürk’üm. İlk Atatürk İstanbul Dolmabahçe Sarayında ömrünü tamamladı ve bizim kalbimizde yaşıyor. Yani ben de Atatürk’üm…
Uzunca bir süre nefes alamamış olmalıyım. . Öyle doğaldı ki…
Ezberletilmiş değil, dikte ettirilmiş değil, kendi beyninde çözümlediği süreçti bu… Vardığı nokta için bir ömür harcamaya değerdi bizim için…


Elimde kağıtla kalakaldığımı gören oğlum, arabasını halının üstünde sürerken devam etti:
- Annesi Zübeyde Hanım, babası Ali Rıza Bey,  kardeşi Makbule Hanım. Selanik diye bir yerde doğdu. Evinin fotoğrafını gördüm.  Çok zeki bir öğrenci idi... Anne biliyor musun yedi yaşında iken babası ömrünü tamamlamış.  Çok üzülmüş olmalı…
Ölüm, sonsuzluk kavramları üzerinde konuşuyor olsak da babayı kaybetme fikri Alper’i karıştırmış belli. Babamızdan hiç ayrılmak istemiyoruz bu günlerde..


- Düşmanlarımız ülkemize topraklarımızı almak için gelmişlerdi. Bizi köle yapmak ve çöle atmak istiyorlardı… Mustafa Kemal, arkadaşları ile birlikte kılıçları ile savaştı. Zeki ve güçlü idi. Herkes Onu çok seviyor ya inandılar.  Yurt demek… hmmm herşey demek… kadınlar, çocuklar, gençler herkes çok çalışmış ve düşmanları yenmişler.
- Cumhuriyet ne demek peki?
- Cumhuriyet, özgür olmak demek.  Güzel kıyafetler demek. Atatürk bizim kolay yazabilmemiz- okuyabilmemiz için her şeyi kolaylaştırdı. Şapkalarımız oldu. Anne biliyor musun, Atatürk bizi çok seviyor bize 23 Nisan Bayramını hediye etti.  Bizim kalbimizde yaşıyor ya “ çok çalışmamız gerektiğini söylüyor. Yoksa yine köle olabiliriz”…

Bizim artık söyleyecektek kelimemiz kalmamıştı. Oğlumuz büyüyor ve Atatürk'ün felsefesine sahip çıkacağına olan inancımız perçinleniyor. Aydınlatılmış yoldaki rehberi takip edeceğinden eminiz. 

Yarınları emanet edeceğimiz; iyi bir insan, iyi bir inanan, güçlü bir savaşçı, bilimden ayrılmayan bir Cumhuriyet neferi, bir doğa insanı olması için biz, okulumuzla birlikte, çalışmaya devam edeceğiz.



6 Ekim 2014 Pazartesi

KURBAN OLMAK...



Bayram hoş geldi sefa geldi...

Çocukluğumun bayramları gülümsetir beni. Ne kadar teşekkür etsem azdır bayramlarımı bayram yapan anılarıma...anılarımın ortaklarına.. aileme...

Çocukluğumda; baklavalar börekler, sarmalar lokumlar, kavurmalar ciğer soteler... Kızlar, annelerden yengelerden öğrendiği yemekleri yapmak için izin ister, masaya, kendi yaptıkları bir çeşit yemek koyabilmek için heyecanla hazırlıklara katılırdı... Öyle öğlen saatine kadar kimse uyumazdı:)

Bir hafta önce alınan kurbanlık ile aile bireyleri vakit geçirirdi. Evin bahçesinde beslenen hayvana hürmet gösterilirdi.
Çocuklar otunu, suyunu, tuzunu verir, nöbetleşe geceleri beklenirdi hayvan.. Muhabbet çok keyifli olurdu. Anneler, ablalar çaylarını keklerini eksik etmez, nöbetçiler kendilerini "değerli" hissederdi... Mahalle bakkalları sabaha kadar açık olurdu...

Etini yiyeceği hayvana itina etmenin sevabı arttıracağı anlatılırdı bizlere...Hayvanın nasıl incitilmeden gözünün bağlanacağı üzerine konuşulurdu. Tecrübeli abiler-ablalar, yeni heyecanlılara ballandıra ballandıra anlatırdı yaşadıklarını.

Bayramın ilk gününe kadar yapılan her şey heyecanı arttırırdı.
Arefe günü alınan kıyafetlerle "kurban edilmekten kurtulan biz çocuklar" şükran duygusu ile süslenirdi...
...................................

Bugünlerde, daha geniş coğrafyaları düşünüyoruz bayram günleri.. Ailelerimiz küçüldü...Çocukluk anılarımızın ortakları artık çok yakınımızda değil... Bahçelerimiz de yok, kurban ritüeline katılan abiler-ablalar da....
"Dünyada bu kadar göz yaşı, açlık varken elimin uzanamadığı yerlere bir nebze yağmur olsun kurbanım" diyenlerin sayısı artıyor...
 ...................

Bu günlerde de bayram sofrası özenle hazırlanmalı... Çocuklar,  hayatta olan tüm büyükleri ile, var olan kuzen-arkadaş çocukları ile zaman geçirme planları yapılarak baş köşede tutulmalı...

Küçülen kıyafetler özenle hazırlanıp, belediyelerin ilgili birimlerine, varsa muhtarlık üzerinden ihtiyaç sahibi ailelere minik hediyeler gibi paketlenip teslim edilmeli... Bunları çocuklarla yapmalı...

Çocuklara bayramlık oyuncaklar, mendil içi harçlıklar, çorap sepeti, şeker sepeti hazırlanmalı... kapınız ne kadar çok çalarsa o kadar mutlu olmalısınız... Çocuğunuz ne kadar çok şeker toplarsa o kadar keyif almış olmalı bayramlardan...

.......................

Dedelerden babalara aktarılan "kurban bayramı" felsefesi yaşanarak hissedilir.
İşin aslı sadece "et yemek" değil:
 Paylaşmak, mutluluğu arttırmak, şükretmek, gönül almak, barışmak,
" kurban olmak" erdemine varmak,..
İhtiyacı olan kadarla yetinmeyi bilmek...
Hiçbir şeyin  sahibi olamadığımızı anlamak... Öyle ya, aldığımız nefesi bile veriyorsak ne senin olabilir ki, hele ki bir can!!!
Çocukların anne babaya hediye olduğunu anlamak... Çocukların kıymetinin bilinmesi gereken bayramdır Kurban Bayramı..

Dini sevmek-sevdirmek, hoşgörüyü yaşama yaymak, aile olmanın bağlarını hissetmektir bayram...

Tatil zamanı değil...daha çok yorulma zamanıdır bayram, çocuklarla ilgilenme, onlarla vakit geçirmek için bahşedilmiş zamandır....

Farkediş: Bayram geleneğinin, yarınlarda da sürdürülebilmesi için; ince olmak, gerek... Çocukları heyecanlandırmak gerek... Büyük işler değil çocukluğumuza inip çocuklarımızla çocuk olabilmek gerek... Onlarla sadece konuşabilmenin yeterli olacağını bilmek gerek...

Kurban olmanın, teslimiyetin, inanmanın, iyiliğin kalbine işleyeceği örneklerle anlatmanın yolu yaşamaktır. . Her günümüzü bayram yapacak bayramlar yaşayabilmek dileği ile...

Mutlu Bayramlar...