Translate

13 Eylül 2018 Perşembe

KİMİM BEN 2...




Kimim ben…?
Yalansız yargısız bir soru kendime…
Cevabı kocaman bir sessizlik…

Ben kimim…?
Kimler için gerçeğim?
Kimler için alınıp, işi bitince verilen bir nefes gibiyim?...
Kimde kalıcı kimde geçiciyim…?
Kimim ben gerçekten?...

Ruhum kimlerle bütün?
Kime ters, kime paralel?...
Hep bu sorularla çıkmışım yola…
Ne önemsemişim kendimi…
Kaf dağındaki en büyük eve kurulmuş ejderha gibiymiş egom…
Yalnızlığıma ne palavra sebepleri paravan kılmışım…
Oysa hayat bana ben kadar yakınmış
Oysa herkes, herkes kadar yalnızmış…
Fark sadece geçmiş ve gelecekten sıyırabildiğimiz AN’dan ibaretmiş...
O kadar…

Canım kızım…
Korkularıma esir olduğumda gözlerine sığınmaya alıştığım limanım…
Oysa şimdi gözlerime baktığında korkularımı sana da işlemiş olduğumu görüyorum…
Kendimi görüyorum…
Kızgınlığım katlanıyor yine…
Babamın bana işlediği korkuları hoyratça nakşetmişim kızımın gözlerine…

Ahhhh baba….
Gittin belki dünyadan ama hala beynimde hapissin…
Hala seni düşünmenin sırtını acıttığı, ayaklarını sızlattığı küçük bende esirsin…
Ahh baba…
Ne olurdu, gerçek olsaydın…
Oysa korku oldun sadece…
Ürkek, korkak yanımın mimarısın…
Seni affetmeme bağlı var olmam…
Sen varken var olmayacağım ve kızımın özgürlüğüne engel olacağım…
30 yıl oldu gideli ama bana bıraktığın kabuslarınla hala varsın…
Kendime değil kızıma borçluyum seni affedebilmeyi…
Yolum yavaş yavaş aydınlanıyor…
Eminim artık…
Senden kurtulana kadar soracağım sorularımı…
Tüm bedenim liğme liğme olsa da,
Acıdan bayılsam da…
Vazgeçmeden kazıyacağım seni kendimden…

26 Mayıs 2018 Cumartesi

BEN KİMİM?...


Danışanlarımdan biri,  yol arkadaşlığımız sürecinde fark edişleri...
Çıtırdattığı kabuğun sesi size kadar gelecek mi?...

...................

Yapma…
Baba yapma…

Çok bir şey değil istediğim, sadece biraz dinlesen beni… Biraz anlamaya çalışsan…
İnan ben deniyorum seni anlamaya çalışmayı…
Çevreni, sözlerini, korkularını, toplumdaki ağırlığının getirdiği sorumlulukların…
Lakin biraz da sen beni anlasan…
Biraz elimden tutsan, destek olsan…
Hayallerime yol versen…
Kanatlandır beni demiyorum, kanatlarımı kırma sadece….
Bırak yatağında aksın nehir, okyanusa kavuşacak belki…
Yolumu değiştirme ne olur…
Beni değiştirme…
Hayallerimi,
Yapabileceklerimi, yapmak istediklerimi…
Değiştirme…
Yapma…

Babamın son nefesinin üzerinden 30 sene geçmiş…
Bende kanayan hayallerimin, kırılan kanatlarımın açısı dün gibi taze….
Ne kızabiliyorum, ne affedebiliyorum…
Olamamışlığım ile,
Yetememişliğim ile,
Çocukluğumun uçmaya hazır ama ayaklarından yere prangalı hali ile aldığım her nefes hedefsiz sanki…

Oysa kocaman adam oldum...
Etrafını döke kıra yaşayan,
Öfkesi ile dağları eriten insanoğlu oldum…
Zayıflığım 15’inde öylece kalakalan kendime…
Gücüm, gözlerinde dolaşan her renge hayran olduğum kızıma…
….
Farkındayım artık…
Şu dünyada en çok kendime zarar verdim; anladım…
Bana üniversite kapılarını kapattığına inandığım babama olan kızgınlığımla soru sormaktan vazgeçişim oldu kendime kestiğim cezam…
Direnmeyişim,
Kabulkarlığım,
Kolaya kaçıp hep “suç onda ama…” diyerek kendimi etkisizleştirdiğim hayatımla cezalandırdım kendimi…
Birisinin gözlerime bakıp;
-          Neden tekrar denemedin?
Sorusuna verdiğim ezberlenmiş ve milyonlarca kez tekrar edilmiş cevaplarım 15. Soru tekrarında:
 ” -peki sonrasında?...” tükendi…

Sonra…
Kabul etmişim,

Vazgeçmişim,
Kendim olabilmekten umudumu kesmişim…
An’a ayak uyduramamış olmaya uyum sağlamışım…
Farkındayım artık…
Görünmez bir hayat sürmüşüm…
Nefes alıp vermişim ama kendime dokunamamışım…
…..
Kulağımda yankılanan seslerle kalktım sandalyemden…

“Kalan ömrünün en genç günündesin ve kalan yolun başındasın…
Nereden geldiğin değil nasıl yaşamayı tercih ettiğindir seni gerçek SEN yapan…”

Farkındayım artık yaşadığım hayatın “tercih ettiğim hayat” olmadığını…
Düne ait kitabı kapatıp yarının ilk sayfasını yazmaya başlıyorum…
Bölüm 1:
-BEN KİMİM?...










17 Nisan 2018 Salı

MİRACA YÜRÜMEK...

Sonsuzluğu hissetmeye yürüyordu sevgili..
Sevgilisine yürüyordu aşk ile...

Var olmak idi her "bismillah"ın varış noktası...
Hellalleşerek yaşamaktı son nefesin  hazırlığı..
Doğmanın amacı idi Burak'a yürümek...
ve anlamaktı..
Doğmakla ölmek arasında giyilen her kıyafeti...

***********

Kalbin atmaya başladığı an ruhun yaradılışının neresinde bilinmez ama;
Kalbin kandili ruha yön gösteren...
Her iyilik hali,
Her tebessüm,
Her dua kandile yağ...

Ne ruhumuz karanlıkta kalsın,
Ne Yaradan'la vuslatımız miracımıza ermeden olsun

Hadi o zaman ayaklan güzel insan!...
Her gün son nefesi ile sınanan onca insandan değilsen;
Daha ödenecek hesabın bitmedi demek...
Hayatına dokunacağın insanlara
Huzur, aşk,sağlık, umut verme şansın var...
Demek ki hala yaşama şansın var...

Hadi
Derin bir nefes, derin bir BİSMİLLAH...


18 Mart 2018 Pazar

ÇELİK KALE, ÇANAKKALE....


Kurtuluşun ilk kıvılcımının yandığı yer…
Bir neslin küllerinden doğacağı inancın, körüklendiği yer…
Tarihe “Çelik Kale” diye not edilen ÇANAKKALE…


Yıl 19 Şubat 1915…


Müttefik donanma, boğazın dış tabyalarını bombalamaya başladı…
İşgal birliklerinin Dünyaya “Hasta Adam” diye anlattığı, halkının vatan diye sarıldığı, Osmanlı toprakları; kendine geçirilen kanlı dişlerden kurtulmak için kıvranıyor…
Halk yorgun,
Halk kaybetmekten bıkkın…
Her yerde savaş haberleri ile eksilmekten üzgün…
Lakin halk, özgür olmadan yaşayamayacak kadar şehadete koşmaya razı…
‘ya istiklal ya ölüm’ diyecek bir lidere hasret…
Bitmek değil, yeniden doğmak için koşmaya hazır menzile…
İşgal devletleri “bitti” gözüyle bakarken haritaya “bittiklerini” gösterecek direnişi hayal edemezlerdi…
Tarihin yazmadığı bir inançtı yenildikleri…
Tarihin yazamayacağı acımasızlıklarına alacakları cevapla gömüleceklerdi sulara…
Halk olmanın temelinde, sevmek varsa insanı insan olmasından ötürü, ayrışmazlardı… Bu milletin evlatları anlatacaklardı…
Anlayacaktı dünya, bir olmak için, birlik olmak için yeterdi insan olmak…
Dili dini coğrafyası ne olursa olsun asıl mesele VATANI SEVMEK’ti, insan olmaktı, insanca – kardeşçe yaşamaktı…
Kosova’dan ailesini bırakıp gelmişti Zeynep Mido Çavuş… Gencecikti, gelinliği tabutu olmuştu Çanakkalede….
Yaralılara umut olan Egop Elmasyan, Mektebi Sultani mezunuydu, Çanakkale’de bize emanettir ruhu…
Tüm dünya iki kutuptu sanki…. Gönül sevdası ile silaha sarılıp “Türkler yıkılırsa yıkılır bu dünyada adalet” diyen Balkanlardan, Hicazdan, Halepten akın akın gelenler ve masa üstünde yeni harita çizenler….
Oysa öğreneceklerdi, Türklerle savaşmak için top tüfek yetmezdi… Yalanları ile topladıkları askerler arasında birlik kurulamazdı, Kazanmak için her mermiye bir beden yetmezdi…
Türkler bir ölür bin dirilirdi…

Memleket sevgisinin cinsiyeti olmaz “diye haykıran bir kahraman halk ile karşılaşınca düşman, saldırdıkça saldırdı, alçaldıkça alçaldı… Yüzyıllardır kurduğu oyunlarla hazırladığı zeminde parçalamadan kalkmak istemiyorlardı masadan…
Bilmiyorlardı, ateşledikleri ruhun dünyayı saracağını bilmiyorlardı…
Öğreneceklerdi…
7 Mart gecesi bir kader anıydı. Yüzbaşı Tophaneli Hakkı Bey ile Yüzbaşı Hafız Nazmi Bey; ezber bozan bir kararla Albay Cevdet Bey emri ile tarihin akışını değiştirdiler Karanlık Liman’da…  Aldırmadılar tehlikelere… Ölüme meydan okumaktı yaptıkları… Boğaza paralel bırakılan her mayın işgal kuvvetlerinin varlığına birer nokta idi…
18 Mart 1915’de Nusret Mayın Gemisi “Dünyanın en ünlü mayın gemisi” ünvanı ile tarihteki yerini alacaktı…
639 kişilik Fransız Bouvet ve İngiliz Ocean Zırhlılarının sulara gömülmesi ile tüm dünyanın merkezi oluvermişti Çanakkale…
Çekilen düşman donanması ardından Albay Cevdet Bey 400 bin şehidin ruhu ile zaferi tanımlar: “Gittiler, geçemediler, geçemeyecekler”…

18 Mart tüm Dünya’ya bir mesajdı Türklerden…
Güçlü olmak yetmezdi Çanakkale için…
Türklerin vatan dedikleri her yer ölmeye değerdi…
Kahramanlık, centilmenlik, insanlık dersleri fışkırıyordu her karış toprağında…
Fransız denizaltı Safir ele geçirildiğinde esir alınan mürettebat ailelerine yazdıkları mektuplarda şöyle diyorlardı: “Türk askerleri çok iyi, sıcak yemek veriyorlar”…
Oysa yokluğun insanın içini sızlatacağı bir açlıkla da savaşıyordu bu kahramanlar, lakin “esir dediğin hürmete tabidir” diyen bir iman, insanlığa saygı diyen bir kültür yükselir gönüllerden…
Çanakkale savaşında herkes birer kahraman, herkes birer efsanedir…
Albay Hafız Halit Bey’in kızı Nezahat Onbaşı… Gediz cephesinde babası ile omuz omuza çarpışır… Annesizliği çeker “vatanım anamdır” der… 600 asker cepheyi terk edip geri çekildiğinde çıkar önlerine: “ben babamın yanında memleket için ölmeye giderim, siz nereye?” der ve değişir cephenin kaderi… Geri dönen askerlerle cephe geri alınır… Nezahat daha 12 yaşındadır ve Onbaşı olur… İlk istiklal madalyasının da sahibi olacaktır.

Anafartalar Cephesinde Hatice Hnm, 56. Fıkrada çarpışır… Gönlü elvermez köşesinde sinmeyi, her vatan aşkıyla yanan gönül gibi sokar elini taşın altına… Babası Hacı Halilzade ile silah tutar. Kılık değiştirip Ahmet adıyla dokunduğu her tetik düşmanın gücünü yerle bir etmekteydi…
275 kiloluk merminin altına girdiğinde Seyit Onbaşı Bouvet Zırhlısına mezar olacaktı Çanakkale suları… 3. Top atışında gömüldü sulara, Seyit Onbası’nın kaldırdığı yük değil, bir vatandı elbet…
16 yaşında topçu mülazımı Mehmet Ali Efendi’nin doğum günü hediyesiydi şehadet suyunu içmek…
Halime Çavuş, “savaşmak için erkek olmak gerekmez yüreğimizi ortaya koymak yeter” deyip sarıldı süngüye… Çanakkale kahramanları efsane yazmaya, tarihin yönünü değiştirmeye hep omuz omuza devam ettiler… Kurtuluş savaşında da ateşlenen ruhu diri tuttular…
Mehmet Çavuşlardı destanların sahibi, “tek kolum yeter düşmana” diyerek, kesilen koluna rağmen dönmedi geriye cephelerden…
18 Mart Zaferi bir başlangıçtı…
Kürdüyle, Lazıyla,Çerkezi ile, Ermenisi ile, Süryanisi ile, Arapı ile vatan sevmenin dini dili ırkı olmaz diyen herkes kol kola idi… Öyle bir ruhtu ki açığa çıkan işgal kuvvetleri bin pişman olmuşlardı ama nafile… İzmir’den denize dökülene dek bir ölüp bin dirilecektik hep…
18 Mart deniz zaferi ardından 25 Nisan’da başlayan kara harekatı ile doğan her güneş yeni bir lidere selam çakıyordu…19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal …. Tüm tümen birdi, hepsi Mustafa Kemaldi… Arıburnu’ndan çıkan düşmanı Conkbayırı’nda durduran….
Artık Albay’dı rütbesi Ağustosta Anafartalar’da, Kireçtepe’de askeri deha örnekleri ile bir avuç askerle İngilizlere ders üzerine ders veriliyordu. Mustafa Kemal artık “Çanakkale Kahramanıdır”…
Düşman tüm dünyayı yalanları ile yığıyordu önümüze… Arıburnu’ndan çıkan bir sesle yer gök yağmur yağmur indi düşmanın başına…
Öyle bir ses ki ölüme meydan okumaktaydı…
Öyle bir ses ki yüreklerdeki inancı katladıkça katladı: “Size taarruz etmeyi emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum”
Ölümle ölümsüzlüğe varanlar hiç düşünmediler geri dönmeyi…
Her neferi ayrı bir kahraman olan 57. Alay….
Her vatan severin kalbinde minnet, ruhunda şükürdür 57. Alay…
 57. Alay askerleri 1915’den sonra hiç değişmedi.  Dünya döndükçe var olacak Türklerin 57. Alayı hep aynı isimlerle anılacaktır… Biliriz ki hala görevlerindedirler…
Ey Türkiye sevdalısı,
Ey memlekete gönül vermiş genç,
Tüm Dünya ne zaman Türklere karşı dursa değişir Dünyanın kaderi….
İşgal birliklerinin istemeden yaktıkları özgürlük ateşi tüm dünyada yankı bulur. Yenilmez dediklerinin yenilebilir olduğunu görürler… Hindistanda Afrikada yankılanan sesler vücut bulur. Mahatma Gandi: Mustafa Kemal İngilizleri yeninceye kadar tanrıyı da İngiliz zannediyordum” der. 
Bizi biz yapan, bizi bir yapan her değerimiz ruhumuzda, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur…
Korkmadan, bilimden ayrılmadan, sanatın ışığını söndürmeden, birlik ruhuna ihanet etmeden omuzlarımızdaki Türkiye Cumhuriyetini yarınlara taşımak, muhasır medeniyetler seviyesinin önünde var etmek, Çanakkalede ateşlenen  özgürlük yolculuğumuza karşı boyun borcumuzdur.
400.000 şehidimize karşı, çekilen dayanılmaz acılara karşı görevimiz çalışmak, üretmek, insanlığı sevmektir…



20 Aralık 2017 Çarşamba

2018, ANLAMINI SENİNLE BULACAK...

Güneş, Dünya üzerine enerji akıtmaya başlarken ruhların canlılığını uyandırıyordu.

Kimi uyanırken kimi uyumaya gidiyordu...
Kimi evlerden kızarmış ekmek, yumurta kokusu yükselirken, kimi evler de gecenin siyahı ile gizlenen sessiz çığlıklar sarılıyordu...

Herkes kendi payına düşeni yaşamaya devam edecekti…

Alt sokakta ki Ahmet, babasının aldığı kırmızı yeni bisikletinin heyecanı ile uyuyamamıştı. Doğum günü için çok beklemişti…

Üst mahalleden Ayşe, annesinin kolu şişmesin diye buz tutuyordu. Babası yine alkollü gelmişti eve…

Yan komşu Hatice daha 16 yaşında, yeni gelin geldi mahalleye… Geceleri ağlama sesleri duyuluyor hala…

Bakkalın çırağı Mahmut zehir gibi çocuk, ustası geç kaldığı için matematik sınavının son 20 dakikasına yetişti ama yine de 100 almış… Hayalleri büyük ama gazoz kasalarının kestiği eline ekmek basan ablası ile küçücük dünyalarında var olmaya çalışıyorlar.

Halime var bir de, Taksici Hayri’nin kızı…. Hayri’nin varını yoğunu önüne serdiği kızının hayalleri kırmızı bir arabadan öteye gidemiyordu bir türlü…

Hasan’ı da atlamayalım, bankacı Bilal’in oğlu… Babasının üzerinden hesabına para aktarmanın yollarını aramaktan hiç bıkmadı…. Kestirmeden zenginliğin peşinde…

Bu listeye yüz binlerce tanıdık hayat ekleyebiliriz….
 Oğlunun anısına göz yaşları dinmeyen şehit annesi Aynur Abla;
 Ay sonunu getirebilmek için gece ek iş yapmak zorunda kalan Salih Öğretmen;
 Evlenebilmek için sonu gelmek bilmeyen aile istekleri ile boğuşan Ece ile İsmet;
 Eşi evi terk ettiği için psikolojisi iyice bozulan Asım’ın kemeri ile ezilen 4 yaşındaki Kezban..

Hepsi çok tanıdık, yanı başımızda nefes alan insanlar…
Kimsenin hayatı kolay değil kimseden…
Kimsenin hayatı da zor değil kimseden…

Peki ya sen neredesin?...

Sen kendi hayatını yaşayan tek kişisin, hayatını olduğu gibi görebilen tek kişisin…
Sen şu dünyada teksin…
Hayatına değdiğin herkes sen olmasaydın eksik kalırdı…
Sen olmasaydın tüm dünya eksik kalırdı…
Sen değerlisin;
Değerini senin belirlediğin kadar değerlisin…


Kezban için umut belki de sensin,
Salih Öğretmenler için geleceğin eğitim bakanı belki de senin ellerinde şekilleniyor,
Mahmut geleceğin başbakanı olacak belki de, senin vereceğin güçle yaşama devam edecek…
Haticelerin değerlerini bileceği bir dünya için mimar sensin;
Ayşe için, Ayşe’nin annesi için, çözüm yollarını senin olmadığın bir dünya bulamaz ki…
Sen varsan insanlık var…
Sen yoksan sessizlik…

2018 seninle anlamını bulacak…
İyi ki varsın, bu satırlara değer katan İNSAN…
Sen bana emanetsin, ben sana...

İyi ki varsın…




18 Aralık 2017 Pazartesi

Dünya 2017. dönüşünü tamamlamak üzereyken...


Özcan Ailesi olarak diyoruz ki;

365 güne sığdırılan bir dönüşü daha tamamlıyor dünya…

2017 kayıplarımızla, acılarımızla, alkışlarımızla, hüzünlerimizle, kahkahalarımızla, bekleyişlerimizle; insan olmaya dair tüm duygularımızla, yaşandı…

Aile olmak yaşadığımız ortak duygu yoğun ‘an’larla ölçülür… O zaman her yaşanmışlığın bize kattığı ‘BİZ’ olma gücüne müteşekkiriz…

İnsanoğlu saymaya başladığı andan itibaren 2018. dönüşü önce dünyaya iyi gelsin diye tüm temennimiz…

Bizim doğaya karşı var olma savaşımız o kadar anlamsız ki; Dünya kendini koruyacak kadar güçlü, eminiz insanoğlu da bunu anlayacak bir gün.

Vazgeçecek birbirine kötü davranmaktan; aç bırakarak itaate mecbur kılmaktan. Eğitime aç, beslenmeye aç, suya aç, güvenmeye aç, inanmaya aç insanlar sonu olacak dünyanın…

Tüm insanlık ‘ insanın insana emanet olduğunu’ anladığında Dünya da insanoğluna sarılacaktır…  Biz hala umutluyuz…

Hayatımıza değen tüm insanlar; iyi ki varsınız…

Umut dolu yarınlarımız iyilik üzerine olsun.

Sevgilerimizle
ÖZCAN AİLESİ
 


6 Eylül 2017 Çarşamba

SÖZLÜĞE EKLENEN KELİMELER...



Ne kadar zaman oldu kendimden vazgeçeli bilmiyorum ama, kendimden vazgeçtiğimi yeni yeni anlıyorum…
Herkesin derdi ile dertlenmeyi insanlık gereği saymışım…
Ne zaman başladı, nereden geldi bu yanılsama bilmiyorum ama elimde nedenini dahi hatırlamadığım “kaybedilmiş an’larla” kaldığım bu yerde yanlızım…
Bunca insan içinde yanlızım…
Dertlerimin önemsizliği ile bana çarpa çarpa yaşayan insanların arasında kendimi kanatmadan yaşamaya çalışmaktan nasıl yorgunum…
Anlatamam…
Anlatamadım…
Bir ben..
Olmasam da olur…
-Olur mu?...
-Olmaz…  diyen bir nefes olsun istedim ama yanlızım…
Gözlerime değdiğinde tüm cevapları konuşmadan veren nefesler olsun istedim…
Olmadı…
-Gitme zamanı.. dedim…
-Gelemeden gitme zamanı…
Bu dünyaya gelmeyi bile başaramamışım…
Basit bir hücre topluluğu olarak nefes alabilmişim sadece...
O zaman gitme zamanı…
…..
…..
……..

GİTMEK

Gittim…
Hayatımı elinde tutan herkesten gittim…
Kendimden vazgeçmekten vazgeçerek gittim…
Yenilenerek çıktım kozamdan..
Yaşadığım her “an”, bu “an” için diyerek gittim…
Geçmişimle barışmadan,
Geçmişime küsmeden,
Geçmişimi olduğu gibi kabul ederek;
Savaşmaktan vazgeçerek gittim…
“Bittiğini düşündüğümde” yeniden gidebilme gücü ile gittim…
Gidebilme özgürlüğünü boynuma kolye yapıp gittim…
Prangalarımı açıp gittim…
Benden alacakları için beni sevenleri bırakarak gittim…
Heybemde sadece benim için bende kendini bırakabileceklerle gittim..



DOĞMAK
Ne zaman doğar bir can?...
Ne zaman ilk var olur?...
Nefes almak mıdır doğmak?..
……
…..
Bence, kendin olabildiğin andır doğum anın..
Kendini ortaya koyabildiğin an…
Sözlerinin ardında durabildiğin…
Olduğun gibi olabildiğin andır…
Tek bir şey için yaratılmış olamayacağını fark ettiğin andır doğum anın…
Yaratılış amacını fark ettiğin andır…
Kendinden doğabilmeyi fark edebilmektir doğmak…
Simurg misali…
Kendi felsefenle geçmişini küle döküp yeniden var olabilmektir doğmak…
Doğabilmek için önce var olabilmek gerek;
Nefes almak değil dediğim elbet…
Özgürce, sansürsüzce düşünebilmek,
Konuşabilmek korkusuzca;
Soru sorabilmek saklanmadan,
Cevap arayabilmek tüm varlığınla…
Sonsuzluk olduğunu, hiçlik noktasında kavrayabilmek,
Bir HİÇ olduğunu sonsuzlukta hissedebilmektir var olabilmek…