Translate

26 Aralık 2015 Cumartesi

BUCKET LIST...



2015 alsın tüm kederlerini, acılarını,  savaşlarını, hüzünlerini..
Gitsin... Bir daha da gelmesin...
2016'ya da bulaşmasın...



Dostluk, huzur, bereket, sağlık, adalet bekliyoruz her gelen günden..

Tüm dünyanın yükünü kenara koyup  kendi dünyamıza geldiğimizde de; biraz beklemek gerek... Ruhun bedenimizi yakalaması için gereken zamanı kendimize lüks görmemek gerek...

Biz mutlu olmayı unutursak dünya için hiçbir umut kalmaz işte...
İşte o zaman yenilmiş oluruz, yarınlarımızın sahipleri çocuklarımıza...

Bize verilen nefes sayımızı tamamladığımızda "dünyada yaşananlara çok ağladım" diye bir cevap kabul edilmeyecek gibi geliyor...
   Verilen emanete -bedenimize- nasıl davrandığımız..
   Gözlerimizle baktıklarımız,
   Ellerimizle tuttuklarımız,
   Kulaklarımızla duyduklarımız,
Tercih ettiğimiz yaşanmışlıklarımızı alıp gideceğiz..


Bir Dünya toz bulutunun, barut kokusunun, gözyaşının arasında mutlu olmak için herkes kendi çıkış yolunu bulmakla mükellef...

Aile içine müzik katmak mesela...
Herkes bir enstrümanla ilgilenerek  dünyanın "çirkin" seslerine barikat koymak güzel bir çıkış yolu...

Aile içine renk katmak mesela ...
Renklerle tanışmak, boyamak, çizmek...Önümüze konan çirkin sahneleri görmemize ara verdirtecek bir çıkış yolu...

Hayata  dağ havası katmak mesela...
Seyahat, toprak,  hayvan dostluğu (kedi, kuş, balık, köpek...),spor, kitap katmak hayata...

Hayata, biraz çocukluk katmak... Çocukların gözlerindeki enerjiden nasiplenmek... Çocuk olmayı hatırlamamıza izin vermelerini sağlamak.. İçimizdeki "öfke canavarları" ile baş etmemize yardım edecektir...

Kendi çıkış noktamızı bulduğumuzda hiç kuşkusuz daha mutlu olacağız.


******************

Image result for bucket listSakin bir anınızda, bir fincan çay- kahve ikram edin kendinize ve  -Ölmeden Yapılacaklar Listesi- hazırlayın...
Kendiniz için...
Nefes alabilmek için...
Hayatın size bahşedilmiş en değerli hediye olduğunu düşünerek..

****************

Keyifli bir sinema gecesi için şahane bir film önermek isterim.
Bilen bilir: "Bucket List".. İzlemediyseniz, şiddetle tavsiye ederim...
İzlediyseniz de hatırlamak için zaman ayırmaya değer..

Eşimle iki gündür kendi listemizi yapıyoruz..
Ne kadarını yapmayı başarabiliriz bilmiyorum ama; neleri yapmak istediğimizi, neleri ortak yapmak istediğimizi biliyoruz artık...

Hepimiz için,  yanı başımızdaki mutlulukları görebilme ve ruhumuza katabilme ayrıcalığı istiyorum 2016'dan..

Sevgi, umut ve yaşamla  kalın...







25 Aralık 2015 Cuma

MEKTUP...

Canım Oğlum;

Bizler size,  yeterince iyi bir nesil olamadık...
Babalarımızdan aldığımızdan daha iyi bir dünya bırakamayacağız size...
Birbirimizi sevmeyi, hoşgörüyü, affetmeyi, paylaşmayı  birbirimize anlatamadık...

Minik ekranlara sığdırılan yaşam kesitleri üzerinden kabuklarımıza çekildik...
En samimi tepkimiz birkaç damla gözyaşı oldu...
Çığlık atan yaşıtlarına yardım etmek için birleşemedik..
Elden ele iyilik yayamadık... Dünyayı gül kokutamadık...Barut kokusu ile sardık her yeri...

Özür dilerim oğlum...
Mutlu olmak için nedenler ararken masumiyetinle buluyordum cevaplarımı..
Oysa kabuğumdan dışarı bakınca seni içine salacağımız dünya çok korkuttu beni..Korkuyorum artık  ölmekten.. Seni yanlız bırakmaktan...
Yaşıtlarının yaşadığı acılara engel olamadı bizim nesil... İnsafsızların insafına bırakılan minik bedenlerden çıkan çığlıklar beynimi esir aldı bugün... Seni bu dünyada yanlız bırakma fikriyle yandım kavruldum...



Özür dilerim oğlum...
"Umut ve sevgi her şeydir" diyen ben; ölümlerin birbiriyle kıyaslandığını, acıları birbirleri ile yarıştırıldığını görünce yalnızlığımla kalakaldım...
Sana bir hayal dünyası oluşturup seni içine koyuyormuşum gibi hissettim.
Biz daha iyi öldük, biz daha afilli acılar çektik, biz ..siz...biz... siz .. derkren, insan olmayı unuttuk.. hepimizin insan doğduğunu unuttuk.

Çocukların yansız, kimliksiz, masum olduğunu unutup ölümleri yarıştırır olduk.... Masumiyete DE üzülebileceğimizi, bunun "insan" olmanın gereği olduğunu hatırlayamadık...

İnsanlık; çocukların gözlerinde gördüğümüz korkunun "aynı" olduğunu fark ettiğinde belki toparlanır...
Lakin bizim nesil gücü parada, silahta aramaya başladı.. Artık kimse kimsenin gözlerine bakmıyor... Küçük telefon ekranlarında soğuk ve hissiz yaşamayı tercih ettik..

Özür dilerim oğlum,
Bu dünyayı daha güzel, daha yaşanılır bir yer yapmak için, bizim de tek çaremiz sizlersiniz...
Kötülükleri kalplerden çıkartacak, gözlerin gözlere değeceği bir dünya oluşturabilmeniz için sırtınıza çok büyük yükler yükledik...Biz yapamadık, beceremedik kardeşce yaşamayı...

Özür diliyorum çocuklarım...
Çektiğiniz her acı için.. Size reva görülen her kötü anı için...yaşamak zorunda bırakıldığınız her işkence için özür diliyorum.. Sizi duyamadık...koruyamadık...Gözlerinizdeki korkuyu görmek için bile bakamadık yüzünüze...  "herşey bizim olsun" sendromlarını 2 yaşında bırakamayan insanların dünyayı yönetmelerine engel olamadık..
Çocukları dünya mirasına "hediye" değil de, "yük" gören zihinleri boğmaya yetmedi sevgimiz...



Özür dilerim çocuklarım...
Size hak etmediğiniz bir dünya bırakıyor olduğumuz için tüm neslim adına özür dilerim....
Keşke tüm gözyaşlarını silecek, yaşadıklarınızı unutturacak bir formül olsa...Keşke tüm savaşları durdurabilsek...Keşke tüm hasta zihinleri gül suyu ile yıkayabilsek... Keşke herkesin gözüne, sizin gözlerinizdeki gibi, parıltılar ve masumiyet yerleştirebilsek...

Dünyayı, bu kadar çok "keşke" ile size bırakmak durumunda olduğumuz için BEN çok üzgünüm...



21 Aralık 2015 Pazartesi

STAR WARS...


 Hep bir belki, hep bir beklenti ile yaşıyoruz. aslında bizim için hazırlanan geleceği bekliyoruz...


3. Dünya savaşının erken günlerini yaşadığımız bu günlerde biraz daha güçlü olmak gerek...

Dün oğlumla "star wars-güç uyanıyor" filmine gittik. .Dünyanın tek merkezli yönetiminin de ötesine "canlılığın" tek merkezli yönetimi esaslı bir film olmuş...Hep dediğim gibi, amaç zihinleri olgunlaştırmak... Beklentinin -korku- ile mayalanma sürecini hızlandırmak...
iyiler-kötüler...
aydınlık-karanlık...
insanlar-mutantlar-robotlar...
gezegenler-yıldızlar-ışık hızında hareket eden  uzay gemileri...

Alperin; ışın kılıcı, maske, star wars puzzle talepleri ile biten film, akşam evde yapılan etkinliğe de damgasını vurdu. Işın kılıcı olan karakterler yapıp dünyayı korumaya çalıştı. Küçük bir kukla tiyatro sergiledi bize...        Sabaha karşı yanıma gelip "kötü rüya gördüm sizinle yatabilir miyim" diye sorduğunda anladım bugünlerin etkileri her yaşta derin olacak... Rüyasında savaşta bizim öldüğümüzü ve başka çocuklarla birlikte kalmak zorunda olduğunu anlattı...Sarıldık, öptük, sadece kötü bir rüya olduğunu anlattık...


Oysa aklımdan; Filistin'de, Irak'da, Türkmen köylerinde, İran'da.... gelmeyecek ailelerinin ardından çığlık atan çocukların fotoğrafları geçiyordu.. Bir-iki damla gözyaşı akıyor gizlice ezilen kalbimin üstüne...

Keşke diyorum:
keşke bir yolu olsa silah tüccarlarının kalbine "insanlık" koymanın...
keşke bir yolu olsa, gücü "parada-toprakta" görenlerin kalbine "merhamet" koymanın...
keşke, her dinin esasının eşitlik-hoşgörü-huzur olduğunu" anlatabilmenin bir yolu olsa...
....keşke...

Siyasete iyi ve güçlü karakterli insanların gelmesi için dua ediyorum.
Yapay zeka teknolojisinin hayat bulmaması için dua ediyorum...
Çocuklarımızın nefes almanın keyfine varabilecekleri, ağaçlara tırmanabilecekleri, çamurla oyuncaklar yapıp kirlenebilecekleri yarınları olabilsin diye dua ediyorum..
"İnsan nüfusu azalmalı" diyen zihniyetin; "paylaşarak hayatın devam etmesi"nin de mümkün olduğunu anlayabilmesi için dua ediyorum..

Herkesin eşit olduğu düzende köle de olmaz efendi de...
Mutluluk ancak tüm sınıf çizgilerini kaldırdığımızda evreni sarabilir...
renkler...ırklar...geçmişteki acılar, hiç olmasa..Zehirlerimizi yarınlara miras bırakamsak...

Suyun-enerjinin bulunduğu coğrafyayı zengin ettiğine değil, diğer coğrafyalara karşı sorumlu olduğuna inanırsak, ancak o zaman.. bu dünya hepimize yeter..
Her çocuk o zaman çocuk olur işte...

2016'da Rabbim, dünyaya çocuk olabilme şansı versin, insanların kalbine aydınlık serpiştirsin inşallah...
Hangi inanca mensup olursak olalım.. Dualarımız-dileklerimiz çocuklardan yana olsun ..

Sevgi ve mutlulukla kalın...



14 Aralık 2015 Pazartesi

"M" NİN SIRRI...


Ben yeni farkına vardım hayatımda "M" sesinin ne kadar kıymetli olduğunu..

"M" sesi olmasa hiçbirşey beni"M" olmayacak...
Aile"M"
Oğlu"M
Eşi"M"
Canı"M"
Meleği"M"
Kıymetli"M"
..Tüm sevgi ve sahiplenme sözcükleri asılı kalacaktı; uzak kalacaktı..

İster Martı gibi çizilsin "özgürsün" desin...
İster sıradağlar gibi çizilsin "güçlüsün" desin...
İster içini ısıtacak bir kelimenin sonuna eklensin, güzellikleri benim kılsın...

"M"... bir de rengi mavi oldu mu, tüm yan kapıları kapatır..Hedefe giden en kestirme koridor olur...
Bir bakarsın bir martının kanadında, mavi bir gökyüzünde, bir dağın zirvesinde seyrederim kendi dünyamı:)

Umudun rengi mavi, benim hayallerim kanatlı.. Varsın gelsin yarınlarım, daha güzel olacaksa:)


11 Aralık 2015 Cuma

SÖZLER VE ÖZGÜRLÜK...

"...bir gün" diye başladığımız tarihsiz cümleleri; söz saymayız, sorumluluğunu hissetmeyiz, öylesine söyleriz bazen....

..bir gün görüşelim...
...bir gün yapalım...
.. bir gün çay içelim...
..................BİR GÜN...

Karşımızdakine umut olur, bazen de beklenti oluştururuz ama o günün hangi gün olduğunu bilemeyiz, söyleyemeyiz.. askıda kalan muhabbetlere birini daha ekleriz..
 ................

Vazgeçemediğimiz her detay bileklerimizde pranga olur...
Sözlerimizi boşluğa salan kağıt uçaklara çevirir; kendimizi mecbur kıldığımız kelepçelerimiz...

Oysa ne değerli, yaşadığımız her anımız. ..
Sağlıkla aldığımız her nefes...
Sevdiklerimizin sesini  duyabildiğimiz, nefesinin sıcaklığını hissedebildiğimiz her sarılmamız ne kadar değerli...
..........

Satın almaya gücünüzün yetmediği şeyler paha biçilemezdir...
Bir tek nefes gibi,
Koşulsuzca yanında olan bir dost gibi...
Seni kahramanı olarak gören bir can gibi..
"her şeye rağmen" seven; sarılmasında, sıcaklığında eksilme olmayan anne-baba- sevgili gibi...

Sahip olduğumuz zenginlikleri "hiç kaybetmeyecekmişiz gibi; hoyratça harcadığımız zaman geri gelmemek üzere arkasını dönüyor... Yüzümüze bir çizgi, saçlarımıza birer"ak" olarak imzasını atıyor hayata... gidiyor...

Kendimizi sapladığımız dünya sarmalından çıkmanın yoludur VAZGEÇMEK...

Temeline mutluluğu koyduğumuz..
 Elalem köyünden  göç etmeyi tercih ettiğimiz...
"derler" baskısının şatafatlı elbisesini askıya astığımız andır gerçek ÖZGÜRLÜK...
.....................

Bir not defterine iki sütun yapmalı.. bir tarafa bedelini belirlenenler, diğer tarafa paha biçilemeyen varlıkları yazmalı... Vazgeçmek istediklerimize karar verip kendimizi cendereden çıkartmalı...

Özgürce alınan nefesin ilk kuralı tercih edilenlere sarılıp, vazgeçilenlere dönüp bakmamaktır...

Tercihlerimiz doğrultusunda yaşıyorsak madem

... "bir gün" demeyeceğimiz, nice ÖZGÜR günlere..


29 Kasım 2015 Pazar

NEDENLER...

Kasım ayını çok severim...

Doğa,  renk cümbüşü ile kıyafet değiştirirken; biz insanlar da daha çok kahve kaçamağı yapıp çaya hak ettiği özeni de bu aylarda vermez miyiz:) Hele kazakların gizemine sığınıp çikolata miktarını arttırarak hayatın tadına varmak da cabası olmaz mı:)

Dağlar yine aynı samimiyetle değiştiriyor kıyafetini... Çam ağaçları renk skalasını zenginleştirirken, bizler de aldığımız her nefesle biraz daha doğallaşıyoruz.. Farkında  olsak da olmasak da güzeldir Kasım ayı... Sakin bir huzur aşılar iliklerimize de; işin sırrı fark etmekte işte..
......

Her sabah daha bir şaşkın kalkıyorum Dünyaya...
"Ne oluyoruz ya... Nereye gidiyoruz.." diye dertlenirken sonbahar sakinliği hüzünle paylaşıyor huzurunu...
O yüzden uzun süre elimi hiç bir şeye değememem...

Mutlu olacak konu başlıkları arıyorum kısacık ömrümüze renk eklemek için...


Ben kendi felsefeme göre cevaplarımı buldum sanırım... İşte buradayım...

Bizler, kendi küçücük dünyalarımızda kendimizi önemli sayarken aslında sadece birer NEFESiz...
Önce bunu kabul edip, sonra da "doğal seleksiyon" üzerine bilgilerimizi tazeleyelim..

Doğal seleksiyon,  "türlerin  devamlılığını sağlayan bir mekanizma" olarak tanımlanabilir... Bir deyapay seleksiyon var; " insan eli ile -seçilmiş zümre- oluşturma süreci"....
** İki durumda da, hedeflenen ortama uyum sağlayamayan canlılar yok edilir...

Bunu da cebe koyduysak devam edelim...

"Yeni Dünya Düzeni" ifadesini; en basit hali ile Dünyanın tek merkezli yönetime hazırlanma projesi diye tanımlıyorum ben...Hedef ortam için şartları olgunlaştırma süreci... Yani -yapay seleksiyon süreci... Öngörülen düzene ayak uyduracak, belirlenen insan tipi...
Tıpkı, aklımıza kazınmaya çalışılan, kabul sürecini hızlandırmak için yapılan, gişe rekorları kıran " teknoloji üreten filmler" gibi!!!..

İnsanlık için merhamet cümleleri, göz yaşları falan hikaye...
.....

İki Dünya savaşı sonrası çekilen acılar,
Bölgesel etnik temizlik yapıldığı coğrafyalara karşı sessizlik...
Dünyayı kutuplaştırma çabaları ....
Hep yeni bir dünya savaşı için gibi... Belki 50 yıl sonra belki 10 yıl sonra... Çünkü çok olduk... Çok üredik... Dünya kaynaklarının kaldıracağından çok insan olduk... Ya da NEFES...


Farkediş:  "hayat bir yarış"...  her anında hayatta kalabilmek için yarışıyoruz.. Güçlü olan, hedef kitleye uyum sağlayan... Tercih edilir olan olmak için yarışıyoruz... Çocuklarımızı bu yarışta üst sıralara taşıyabilmek için savaşıyoruz.. Bu arada öyle kaptırıyoruz ki kendimizi... akıp giden hayatı yaşamayı erteliyoruz.. Bir daha geri saramayacağımızı bildiğimiz halde...

Demem o ki; gün gelecek öleceğiz...
Belki ecelimizle.. Belki bir sürecin parçası bir etki ile...
Sonunda dünyadaki yaşanmışlıklarımızı alıp, kalanların anılarına bir-iki gülen yüz miras bırakıp gideceğiz...

Yeni kitapları okuyamayacak; yeni filmleri izleyemeyeceğiz...

Esen rüzgarı yüzümüzde hissedemeyecek; dalgaların ayağımızın altından kaydırdığı kumları seyredemeyeceğiz...

Doğanın kıyafetlerine şahit olamayacak; çam ağaçlarını ciğerlerimize çekemeyeceğiz...
Kısacası yeni bir serüvene doğru gideceğiz...

O Zaman...

Mutlu olmak için çok neden var...
Her ANımıza bir neden bulmak olmalı amaç, her nefesin hakkını vermek olmalı yaşamak..

...................

Çocuklarımızı bu yarışa hazırlamayalım... Kuralları kendilerinin koyduğu bir dünya yaratabileceklerine inanmak istiyorum ben.. Sübliminal mesajlarla büyüdük biz.. Fark etmeden istenenleri yerine getiren bir SÜRÜ olduk... Çocuklarımız sürüden ayrılsın.. Minimum mesaj etkisi ile büyümeliler.. NEFES değil İNSAN olmayı tercih etme hakkına sahip olmalılar...

Gözleri, gülen gözlere değecek kadar şanslı bir ömür diliyorum herkese ..

Sevgi ve ümit ile kalın..





22 Kasım 2015 Pazar

EĞİTİM- ÖĞRETİM SİSTEMİ..


Keşke ödev diye bir şey olmasaydı...
Keşke "Allah" bunları öğrenmiş olarak bizi Dünyaya göndermiş olsaydı..

Alper'in okul sevgisi'ni anlattığı ifadeler...:(

Nedir öğrenmeyi bu denli keyifsiz hale getiren diye haftalardır kafa patlatıyorum..

Zor olan öğrenmek midir, yoksa öğrenmenin yolunu bulmak mıdır...


Aslında insanoğlu programlı bir biçimde -kesintisiz- öğrenme komutu ile geliyor dünyaya...

Beynin aralıksız kayıtta olması...
Gözün -var olan en üst teknoloji kameradan yüzlerce kat daha hızlı algıladığı..
Kulağın mekandaki her sesi beyne ilettiği bilim dünyasında defalarca kanıtlandı...

Bir "makine" gözü ile bakarsak insanoğlu, olağanüstü bir donanıma sahip... Ve tüm mekanizma "öğrenme" üzerine kurulu"...

Peki nedir bu olağanüstü mekanizmayı sekteye uğratan...?

Bir "iletişimci ve mühendis olarak" bulduğum cevapları paylaşayım sizlerle...

Cevap "tek tipleştirme" çabaları...
Çocuklarımızı, hepsi aynı imiş gibi görmeye çalıştıkça bu durum değişmeyecek...
Kendi renklerini bulmalarına izin vermezsek, asilikleri kendilerini kilitlemelerine neden olacak...
Neden bu "öğretilmiş" akademik  kaygı hissinden kurtulamamak...

Cevap vereyim... Tembellik...
Tektip insan her yaşta kolaydır...
Sınıf kolay yönlendirilir, kolay tekrara tabi tutulur...
Çocuk kolay büyütülür, sorgulamaz, karşı gelmez, sorun çıkartmaz...
Kitleler kolay yönlendirilir...
Topluluklara istenen seçim kolaylıkla yaptırılır...
Tektip insan her yaşta tercih nedenidir... Yormaz...Yöneten yorulmaz...!!

Oysa her çocuğun eğitim şekli nasıl ki birbirinin aynı değil...Aileler, sosyal çevre, genetik besleyicileri farklı.... Bu durumda "öğretim süreçleri" de ayrı olmalı...

Kimi kalem kağıtla, kimi çamurlu suyla...
Kimi tebeşirle, kimi kuru yaprakla...
Kimi iki saatte, kimi iki günde...
Kimi dans ederek, kimi resim yaparak..

Emir kipleri ile beyne kilit takılmadan...
"dur- sus- koşma- elleme-yapma... komutları olmadan...
Çocuk ruhunu özgür bıraktığında, kendi olmasına izin verildiğinde "öğrenme mekanizması" aksamadan devreye girecektir...

Biliyorum..
Bu eğitim-öğretim sisteminde bu nasıl mümkün olabilir diyorsunuz değil mi?...
İşte ben de orada takılıyorum...:(



15 Kasım 2015 Pazar

SEMBOLLERLE GRİ...

Ne oluyor dünyaya...
Kim ki bu insanlar...
Nedir beraber "nefes" almamıza engel olan hastalıklar...

Kim icat etti parayı...
Kim parayı "güç" unsurunun kucağına koydu
Sanat ruhlarımız içinse kim paranın zehiri için ruha el uzatır oldu...

Neden bu "daha fazlası" hastalığı ile "şirk" koşmak
Nereye kadar?
Ne kadar?
"Daha ne kadar kötü olabilecekler" derken; her defasında daha da şaşırıp kalır oldum..

Herşeye rağmen umudum var hala..
Güzel yarınlardan umudum var...
Çocuklarımızın tertemiz gönüllerinde büyüyen ışığın karanlıkları aydınlatacağına dair umudum var, hala..

*************

Alper gemi tasarımları yapıyor
Kötülere günlerini göstermek için..
Atatük'e kızmaya başladı biraz...
Neden tüm kötüleri öldürmedi diye...

O da büyüdükçe "gerçekleri" öğrenecek elbet..
Saf "iyi" olmadığını öğrenecek; saf "kötü" olmadığını öğreneceği gibi.
"Gri" renge kendi anlamlarını yükleyecek elbet.

Semboller dünyasında yaşadığımızı öğrenecek tüm çocuklarımız...
Kelimelerin arkasını okumayı öğrenecekler

Masumun "Kurt", zalimin "Kuzu" gibi gösterildiği oyunları bizden daha iyi görecekler...
Madalyonun iki yüzü olduğunu biliriz de; "bize dayatılan" olayların arka yüzünü hep geç kalarak görürüz.


Dünyayı kana bulamak için atılan kesikleri görüyoruz..
Sosyolojik araştırmaların eyleme döküldüğü günleri yaşıyoruz...
insanlık kaderine sürüklenecek...
insanlar da dünyayı kaderine mahkum edecek...

FARKEDİŞ: Sonsuzlukdaki mikro noktalar olan biz insanlar, bize bahşedilmiş her "AN"ımızı huzurla yaşayalım, sarılalım, gülümseyelim, "BİZ" olalım ve kaderimizi sürüden ayıralım derim ben...

Sevgi ile özgür kalın...














3 Kasım 2015 Salı

6 YAŞ SENDROMU:)...


İlkokul heyecanı bir başka yaşanıyor... Tüm aile efradı konuyla ilgili oluyor.    
3 yeğenimin de ilk okula başlama sürecinde yanlarında olmaktan çok keyif almıştım. Çok güzel anılar kaldı elimizde, albümlerimizde... Lakin 1. sınıf süreci.... offff...Yine de kendi çocuğunun birinci sınıf sendromlarını yaşamayan kimse konuşmasın derim ben...:)

.................................




"e" harfi ile başladı her şey....
el yazısı ile yatay çizgiler....

- Anne ben çocuğum ve oyun oynamak istiyorum... Senin adın "E" ile başlamasaydı bu harften nefret edebilirim...:)))

- Neden aynı harfi satırlarca yapmam gerekiyor?  Yapabildiğimi gördün işte... Demek ki kaslarım ok:))) Oyun zamanımı bunlara harcamak istemiyorum...

- Ben anaokuluna yeniden gitsem daha iyi olacak... O zaman okul daha zevkli idi... Böyle her şey sıkıcı olmaya başladı...

- Kurallardan neffffretttt ediyorum....

........

Ve daha nice benzer haykırışlar....
Bunların yanında:

-Anne ilk okul çok acayip ya, büyümek güzelmiş...

-Anaokulundaki ÇOCUKLAR  sadece zaman geçiriyor... Bir şey öğrenmezsek ne anlamı var okula gitmenin...

- Artık kız arkadaşlarımı da gruba almaya karar verdim:))

- Koşuyorduk, çarpıştık..sorun yok ama.... Kızmadık birbirimize yani, bu oyun sadece...

- Eve gelecek olmak güzel ama çantamı toplamaktan nefret ediyorum... Dağınık kalınca daha havalı oluyor....

- Anne parfümüm nerde? Lütfen bu günlük sıkayım... lütfen, lütfeeeennn...

-Artık baba gibi olmak istiyorum... Ne bu ya, hep okul... Ben işe gitmek, arabaya binmek, uçakla yolculuk yapmak istiyorum artık.... Bu okullar hiç mi bitmez yahu....
..................

Gülecek o kadar malzeme,
Hayrete düşürecek o kadar detay ,
Korkuyu iliklerinize kadar hissedeceğiniz o kadar tehlike var ki...

6 yaş sendromu, 2 yaş sendromunu geçti bizim evde...

Güç kontrolü,
Cinsiyet ayrımı/ farkındalığı/merakı...
Kişiliğin belirgin çizgilerinin sıyrılması...
Espri gücünün gelişmesi...
Yaratıcılığın, ebeveynleri 100'lere katladığı zirve dönem...

..................

Farkediş: 6 yaş sendromu, en zor soruların en "net" kelimelerle cümleye dönüştüğü dönemdir.. Kilitlenir kalırsınız, ya da yerin dibine girersiniz...:)

-Gel oğlum doktor teyzenle tanış, bak seni çok merak ediyor...
-Oooo çok yaşlıymış, kendine bakamaz ki sana baksın anne!!!!!

-Canım, tabağındakileri bitirsene, sen seviyorsun diye yapmış (komşu) teyzen o köfteleri.
- İyi de benim sevdiğim gibi yapmamış ki çok kötü tadı!!!!

-Anne hani Allah tüm dualarımızı kabul eder ya... Neden benim dualarımı kabul etmiyor.. .Kaç gündür bahçeli ev istiyorum ama hala aynı evde yaşıyoruz!!!!

-Kardeş demek, sana hiç küsmeyecek ve istediğinde gidemeyecek bir oyun arkadaşı demek... Neden ben bu evde yanlız çocuğum!!!!

- Hem büyüdün, abi oldun diyorsun hem de sen olmadan parka gidemem.. Bunu nasıl anlayayım!!!

............

Bir de bu ifadelerin merak havuzunun merkezinde olanlar var ki... Aman aman... Onlar da ölüm ve cinsellikle ilgili tahrip gücü yüksek sorular..:)))

Onları da zamanı gelince konuşacağız elbet :) :) :)








28 Ekim 2015 Çarşamba

CUMHURİYET DEMEK...


Oğlumun  heyecanla beklediği Cumhuriyet Bayramı töreninde repliği..

Cumhuriyet...
Aydınlık demek...

Törende giyeceği kostümün son  kontrollerini yaparken konuşuyoruz:

-29 Ekim için sevgi kurabiyeleri yapalım mı beraber?
-Evetttttt:))

- Anne.  Atatürk'ten önceki padişahlar çok iyi yönetiyordu da son padişahlar yönetemediği için mi Cumhuriyet ilan edildi?

- Tam olarak öyle diyemem canım, dünyada insanların daha fazla "özgürlük" istediği bir dönemde Türkiye'de yaşayan insanlar da "padişahlık" ile yönetimin devam etmesini istemedi.Kadınlar kocaları ile eşit olmak istedi. Kıyafetlerine herkesin müdahale etmesini istemedi..... Çocuklar, istedikleri  okula gidebilmek istedi, güzel edoyuncaklarla oynamak istedi...

-Cumhuriyet olunca zengin mi oldular?

- :) Cumhuriyet ile insanlar tercih hakkına sahip oldular. Yönetimde sorumluluk ve söz hakları oldu. Hani siz okulda, 1 yıl için başkan seçiyorsunuz ya. Aynı şey.

- Cumhuriyet olmasaydı ne olurdu?

-Cumhuriyetten önce, padişahın seçtiği kişi sorumluluk alırdı. Padişah da kimseye sormak zorunda değildi. Sınıftan örnek verirsek, öğretmenin istediği kişi başkan olur ve tüm sınıf kabul etmek zorunda  kalırdınız. Bu hoşuna gider miydi?

- Bilmem...



**********************************
Bilmemesi normal aslında...

Evde, karşıma geçip "sen başkan değilsin, babamla beni böyle yönetemezsin" diyebilen Alper'in, kendine dayatılanı kabul etmek zorunda kalmanın ne demek olduğunu bilememesi çok normal..

İnsan olarak nefes alan her canlı gibi varlığın sürekliliğini korumak zorundayız...
Yangın yeri dünyada, memleketimize sahip çıkmak zorundayız...
Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti topraklarının her santimetre karesinde hakim kılmak zorundayız....
Bunlar atalarımıza boyun borcumuz, çocuklarımıza karşı mecburiyetimizdir...

Nice yıllara Türkiye Cumhuriyeti Devletim...
Dünya döndükçe kutlayacağın nice 29 Ekim'lere memleketim...
Nice aydınlık yarınlara güzel ülkem...

Sevgi ile özgür kalın...


26 Ekim 2015 Pazartesi

OYUNCAK YAPMAK..


Pazar gününün son saatleri...
Normalde en üretken olunan, en çok iş sığdırılan, en özgürce program yapılan gündür benim için Pazar günleri...
Bugün değil.. Bugün hiç de "normal" olmadı...

Günün en kayda değer zaman dilimi "sabah" oldu. Dün, Alperin arkadaşında gördüğü"çöps kamyon oyuncağı" kabus derecesinde isterim de isterim şarkısına dönüştü evde..
"-biz kendi kamyonumuzu tasarlasak olmaz mı?" diye sorduğumda sakinleşti.

Elimizdeki malzemelerle bir "ev yapımı çöps kamyonu" çıkartmak durumundaydık artık..



Oyuncaklarından kendi seçtiği bir kamyonun üstünü kağıt havlu rulosunu açarak kapladık. ikinci bir ruloyu spiral kestik. Böylece çöp kamyonunun  "uzayabilen hortumunu yaptık.

kamyonun engelsiz yürüyebilmesi için hortumu üzerinde tutacak güçlendirilmiş kağıt ile kamyona "hortum tutma çubuğu" ekledik.
Alper kendi "çöps karakterleri"ni çizdi, boyadı. beraberce yeni karakterlerimizi kesip kartona yapıştırdık. Kamyonumuzun üstüne bir kapak yaptık. (Çöp kamyonunu temizlemek için gerekli imiş:))  Rengarenk boyadığı kamyonuna kendi yazısı ile "çöp kamyonu" yazmayı ihmal etmeyen Alper, aracın kapısına da Türk Bayrağı yapıştırmayı atlamadı.


Yarım saat oynanan yeni oyuncak hevesi sonrası, "hafta sonu ödevlerinden kaçan Alper", lego parçalarının başına oturdu ve saatlerce talimatlardaki parçaları aramaya, olmayanlar için çözüm üretmeye başladı... Ben de kenardaki kedi yavrusu gibi benimle bir şeyler yapmak istemesini bekledim.. sadece parça arama dedektörü olarak yardım istedi ki hiç de keyifli olmadı..




  Alper'in legolarla yaptığı, "oyuncak vücuda getirme işi" ile bizim "kamyon" tasarımı oyuncağımızın çok da farklı olmadığını anlamam biraz zaman aldı. İki grup da parça birleştirme aslında..

Farkediş: Etrafımızdaki her kullanılabilir "şey" potansiyel bir oyunca parçasıdır. Oyuncak yapmak için nesneleri algılama şeklimizi en yalın haline getirmemiz yeterli..

Fındık kabukları, çekirdek kabukları, gazete kağıtları, köpük bardaklar, kuru yapraklar, çalı parçaları, kozalaklar, karton kutular...

 Masa üstündeki paketli küp şekerlerden kule yapmak, şeker kutusuna basket atmak...


Plastik su bardakları ve pipetlerden kukla yapmak


Renkli plastik bantlardan halıyı kaldırıp yollar çizerek şehir tasarlamak. Oyuncakları konumlandırarak pek çok oyuncakla eş zamanlı oynayabilme gücü geliştirmek...

Ve daha nice birbirini tanımayan parçaları birleştirmek... kısaca oyuncak yapmak... Ya da nesnelerin  varoluş amaçlarını özgür bırakmak!...