Translate

27 Mayıs 2014 Salı

ETKİLEŞİM...



"Bir varmış, bir yokmuş..."
Her hikaye böyle başlar değil mi... Tıpkı bizim hikayemiz gibi..ya da sizin hikayeniz...
Yaşananlar bilinir de hep yaşayacaklarımızı merak ederiz...Çok az istisna insan dışında herkes "ölüm tarihi hariç" geleceğini merak eder...Ederiz...İnsan olmanın doğasında var bu...Gelecek merakı...

Yaşadıklarımızın çevremizdeki hayatlar üzerindeki etkilerini düşünmeden har vurup harman savururuz yaşadığımız günü.. Kararlarınızın, sözlerinizin, eylemlerimizin sadece sizi bağladığını ve etkilediğini düşünüyor olamazsınız... değil mi.??

İki hikaye paylaşmak istiyorum sizlerle... Bir varmış bir yokmuş....

Sabah çalar saati duymayan anne işe geç kalma telaşesi ile kalkar, paniktir çünkü toplantısına hazırlık yapması için gereken süre daralmaktadır. Koşturarak banyoya girerken oğlunu dürterek ve yüksek sesle bağırarak kaldırır. Sersemlemiş olan çocuk ayılmaya çalışırken annesinin söylenmelerini anlamaya çalışıyordur. Sessizce yatağından kalkar banyoya gider. Elini yüzünü yıkarken annesinden gelen sesler şiddetlenir. Kadın telaşla çorabını giyerken göz kaçar, yedeğini bulamaz... Zorla kombinlediği kıyafeti değiştirmek için tekrar dolabın önüne geçer...Kahvaltı sofrasına inen çocuk sessiz sedasız kahvaltılık gevreğine (çikolatalı) süt dökmeye çalışır.  (Annesinin kahvaltı için vakit ayıramayacağını bilir...) Bu arada şişe elinden kayar ve süt yere dökülür... Çocuk da annesinin korkusundan panikler... Temizleyeyim derken kase düşer ve çocuğun okul üniforması çikolatalı süte bulanır....
.....................
Buraya kadar her şeyin nasıl da zaman kaybı ve gereksiz gerginlik olduğu konusunda hemfikiriz umarım:))) Bu hikaye sayfalarca uzayabilir. Hatta kadın toplantıya geç kalabilir, işinden kovulabilir, ya da telaşla trafikte kaza yapabilir...

İkinci hikayemiz:

Kadın geç kaldığını anlayınca telaşe ile yataktan kalkar... Önce oğlunun odasına gider. Öperek uyandırır. Hem kendisi hem de oğlu "günaydın" diyerek gülümser. Oğluna geciktiğini ve hızlıca çıkmaları gerektiğini yardımcı olursa sevineceğini söyler. Dikkatlice giyindiğinden çorabı kaçmaz. Çocuk okulda kahvaltı yapmayı tercih ettiğinden çıkış kapısında buluşup çocuk okula, kadın da işe gider....
..............

Bu hikayenin sonu daha sıradan beklenebilir...

Bu iki hikayedeki akış kadının tercihine bağlı... Lakin etkilenen kişi çocuk... Çocuğun o günkü okul durumu,arkadaşları ile iletişimi, etkinlik başarıları... Dahası kadının geleceğini doğrudan etkileyecek bilinçaltı gelişimi...

Farkediş: Vaktimiz varken bugünü tüm sevdiklerimizle paylaşarak yaşamanın yollarını bulmaya çalışalım... Yarınlarımızın hayal ettiğimiz gibi olmasına daha çok katkısı olabilir.

Her insan, bu dünyada bir merkezdir aslında... Sizden yayılacak enerjiden etkilenen insanlar da kendi çevrelerindeki insanları etkiler...

Mutluluk ya da mutsuzluk... Tebessüm ya da gerginlik... İyilik ya da umursamamazlık... Çalışmak ya da tembellik...

Ne çok tercihimiz var...!!!!






26 Mayıs 2014 Pazartesi

ÇOCUKLAR...


Her muhabbet ortamında diyoruz ya, çocuklarla konuşurken dikkat etmek gerek.. Karşı çıkan yoktur değil mi... Hatta "kopyala yapıştır" ifadelerinden  -çocuklar fotokopi gibidir.... anında alıyorlar -...

Doğru gerçekten...

-baba gelir misin?
-tamam oğlum....
-baba gelir misin?
-tamam
-babaaaaa?
-tamam
....
-tamam diyorsun tamam diyorsun gelmiyorsun, tamam demek hayır demek mi acaba????
...ve baba fırlar:))

-anne bu ne?
-karınca yuvası oğlum
-ne kadar çok var.. tepeler bayrakları mı?
-hiç böyle düşünmedim ama güzel bir ifade....
-???
-Yani evet oğlum, öyle de diyebilirsin.
-Neden bazıları büyük bazıları küçük?
 (Anne bayrak olayından gol yedi ya gaza gelmiş hali ile başlar.....)
-her karıca ocağını bir ülke gibi düşün mesela... Ülkelerin bayrakları farklı ya...Tepe ne kadar büyük olursa o kadar büyük bir imparatorluk var demek ki toprağın altında...
-????
-Çok mu karışık anlattım?
-İmparatorluk ne anne??? Orada devler mi yaşıyor???
......ve anne susar....
-hem toprağın altında birbirlerine tünel kazıp birleştirmediklerini ne biliyorsun??? Niye ayrı yaşasınlar ki? Arı mı bunlar?... Kraliçe karınca mı var???
....ve anne biter...:)))




Fuko (foucault)  Sarkacı'nı okuyanlar bilir. Umberto Eco der ki: " Ben babamın bana bir şey öğretmek zorunda hissetmediği zamanlarda öğrettiklerinden ibaretim"... Yani bunun gibi bir ifade... Üniversite döneminden beri aklında kalan kitaplardan birisidir..

Farkediş: Çocuk yetiştirmek için dikkat etmek yanlış bir ifadedir.. Çocuklarımızın olmasını istediğimiz insan gibi olmaya dikkat etmeliyiz....



-Baba kırmızı ışıkta geçtin?
-Olsun burada kamera yok evladım.
.....
-Çocuğum parasını ödemeden sakız mı aldın marketten?
-Olsun baba, markette kamera yoktu...!!!!

ya da;

-Baba emniyet kemerini takmadın mı?
-Rahat edemiyorum, bana bir şey olmaz..
...
-Çocuğum kask takılmadan kay kay yapılır mı?
-Rahat edemiyorum, bana bir şey olmaz..!!!!

ya da;

-Memur bey aramızda halledelim... Size bir ikramım olsun, siz de görmemezlikten gelin
....
-Çocuğum öğretmenine rüşvet mi teklif ettin?
-ikramım olsun dedim, O da görmemezlikten gelip seni aramayacaktı...!!!!

ya da;

-vergiden kaçırmak için tapu bedelini düşük gösterdim hanım.. Rahatız yani...
-Baba vergi kaçırmak gibi mi?
-Devleti ben mi kurtaracağım oğlum ya...
.....
-Neden ders çalışmıyorsun evladım, okuyup büyük adam olmak varken..
-Devleti ben mi kurtaracağım anne ya...!!!!

Çoğuna bir şekilde bir yerlerde tanık olmuşsunuzdur eminim... Eğer çocuğunuzda, hoşunuza gitmeyen bir ayrıntı varsa; çocuğun hayatındaki tüm insanları gözden geçirmenizi öneririm...

Geleceğin hayal ettiğimiz gibi olması bizim elimizde... Malum, geleceğimizin temellerini çocuklarımıza öğrettiklerimizle biz atıyoruz

Mutluluğun ayrıntılarda gizli olduğu yaşamda, sevgi ve hoşgörü ile kalmanız dileği ile...








24 Mayıs 2014 Cumartesi

"BİZ"...!!!

Uzun bir aradan sonra merhaba...

Her geçen gün dünyayı, insanları anlamaktan biraz daha uzaklaşıyorum maalesef... Belki oğlumla daha çok zaman geçiriyor olmamdan dolayı, daha safiyene değerlendiriyorumdur her şeyi... Çıkar odaklarını netleyemediğimden her şey çok anlamsız geliyordur... Ya da her şey zaten çok anlamsız...

Soma'da hayatını kaybeden şehitlerimizin ardından kaç yetim kaldığı cevabı bile günlerce sonra netleşebildi... Hala pek çok belirsizlik var ve kim ne yapıyor - yapabiliyor- bilemiyorum...

  Bu kadar mı art niyetli topluluklarımız var da boğamıyoruz kendi kültürel birliğimiz ve sevgimizle; hoşgörümüzle içimizden ayıklayıp eritemiyoruz???...
  Nedir bizi fanus içinde yaşamak zorunda bırakan sebepler??? Sadece iki çocuğun el ele tutuşması gibi saf duygularla -insan olarak-, -insan olmak için- yüreğinde acı ile haykıranın acısını hissetmek için uzatmak istedik elimizi...

Yok... biz yapamıyoruz!!!... Biz kendimiz gibi yaşayamıyoruz.... Tüm çıplaklık burada aslında...

Evlerin en güzel odası misafir odası adı altında tutulup tüm ailenin daha küçük bir odada yaşamasını garipsemiyoruz mesela....
Ekonomik anlamda ağlanıp sızlanan insanların "desinler için" yaptıkları dillere destan düğünlere alışığız mesela....
Ölenlerin arkasından ağlayıp evin karısına kızına göz koyan, bi de bunu "korumak" adı altında yapan insanları yücelten topluluklarımız var mesela....
En güzel yemek takımlarını "özel misafirler" için ayıranlarımız var... Aslında, en özel yemeğin tüm aile ile yenen yemekler olduğunu bildiğimiz halde...

Evet biz, BİZ olarak yaşayamıyoruz... Bunu sorgulamıyoruz da..

Moda dergisinden çıkmış gibi olsun istiyoruz evlerimiz....Rahat etmemizi önemsemiyoruz, çocukların yaşam alanlarından çalıyoruz en az onlara ayıracağımız zamandan çaldığımız kadar....

Yeni yemekleri denemeyi seviyoruz...  Masa fotoğraflarını paylaşıyoruz...Kuru fasulyeye burun kıranlar, yanına bir baş soğan kırmaktan keyif alanlardan çoktur... Bir kap kuru fasulye için ömrünü karartanlaradır burun kırışlar...

Tüm dizilerin reyting rekoru kırdığı bir ülkede "en çok belgesel seyrediyorum" diyenlerin ne seyrettiği hala netleşemedi... (Acaba diziler belgesel niyetine mi seyrediliyor..!!))

Diyorum ya, biz dönüşüyoruz... Uzak, soğuk, ilgisiz, korkak bir kimliğe doğru dönüşüyoruz...
İnandıklarımızı söyleyemiyoruz, çünkü diziler toplum olarak bizi evrime uğratıyor... Bizi biz yapan değerlerimizden; komşu hali sormaktan, alçakgönüllü olmaktan, "dünya malı dünyada kalır" felsefemizden; herkes için, her şeyin en iyisini istemekten... uzaklaşıyoruz....

Farkediş: Kelebeklerin ömrünün bir gün olduğu dünyada kozalarımızın içine çekiliyoruz...  Soma süreci diyor ki; yalnızlaştırılıyoruz... bugün değil 50 yıl sonramız, 100 yıl sonramız için dönüştürülüyoruz...

Kurtuluşum sadece oğlumun masumiyetinin bana bulaşmasında, televizyon seyretmek için zamanım kalmıyor... Oğlum bana mutlu olmanın ne kadar basit olduğunu  öğretiyor. Kuklalarımızla çıktığımız yolculukta, karalamaların ardındaki rengarenk dünyasında alınan her nefeste, yıkılan kulemizle gelen kahkalalarla....  mutlu olmanın güvenden başka hiçbir parametresi olmadığını öğreniyorum.... Her geçen gün borçlanıyorum...O'na güvensizliği öğretmek zorunda olmaktan utanıyorum..

Tüm bunların bir kabus olduğuna inanmak istiyorum.. Bir gün terlemiş ve susamış olarak bu kabustan uyanacağız... Kırlarda koşan çocuğumuzun yolda düşen bir YABANCI'yı kaldırırken görecek ve korkmayacağız... Tebessüm edip başını okşayacağız, içindeki iyilik duygusu için şükredip kocaman bir AFERİN ile ödüllendireceğiz...

Herkesin sevgi dolu olduğu, kimsenin doğduğu toprakların adına mahkum edilmediği, inanışlarından dolayı cezalandırılmadığı bir dünyada yaşıyoruz.... Barış ve huzur tüm kara ve deniz canlıları için hüküm sürüyor...

Soma'da yetim kalan çocuklarımıza bu masalı nasıl anlatacağız... !!!!










14 Mayıs 2014 Çarşamba

SOMA...

Ne anılarla gelmiştim evime....
Anlatacak ne hikayelerim birikmişti....
Oğlumla yaşadığımız pek çok ilklerimizi ve komik hikayelerimizi paylaşmak için kelimeler havada uçuşuyordu....
Anneler günü, işçiler bayramı ile ilgili de söyleyecek sözlerim vardı elbet...

Oysa her şey anlamını kaybetti... Yazılarım kırık ağaç dallarına döndü... O kadar ki, kurumaya terk edildi...

İşçi olan oğlunu bağrına basamayacak bir anne....
Çocuklarına ekmek getirme derdi ile madende ter döken işçinin evlilik yüzüğünü taşıyan anne..
Helal ile haram arasındaki çizginin bedelini iyi bilen çocuklar...

Soma'da kalbimizi ezen hikayeler... Söze gerek kalmayan göz yaşları...
"baba" diye bağıran bir çocuğun cevap alamayacak haykırışı...
"oğlum" diye bağıran bir annenin yanlızlığı....
"eş"in yokluğunda kaybolacak gencecik anne adayları...
Sevdiğini söyleyemeden ayrılığa yenilen gencecik kalpler...

Siz ne derseniz deyin vakit; kelimelerin bittiği, yaşamın anlamsızlaştığı, sahip olduğunuz her şeyin lüks olduğunu anlama vaktidir...

Kaybetmek yanı başınızda... Belki metroda, belki depremde, belki trafik kazasında...
Politikası yok bunun... Bu acının milleti yok.... partisi yok... Bu saatten sonra yapılacakların da söyleneceklerin de kıymeti yok...

Kor her annenin kalbine düştü... Kor her işçinin evinde... Kor içinde baba sevgisi olan her gencin avucuna düştü...

"BABA" diye seslenebiliyorsanız kıymetini bilin...
Henüz size dönen cevap varsa sarılın...Soma'da  yüzlerce çocuk bu yokluğun içinde unutma... Bu yokluk bir gün sizin de sınavınız olacak....
Sevdiğinize iyice sarılın....  Soma'da yüzlerce kadın bundan mahrum bırakıldı unutma...
Oğlunuza sevginizi hissettirin... Doya doya "oğlum" diyemeyecek olanlar olduğunu hatırla...

Mutlu olmak kaybetmeden yaptıklarımızda gizli... Siz merkezli adımlarda gizli.. SOMA semalarındaki ruhlar için , yükselen ağıtlar için; bir şeyler yapmak geliyorsa içinden engel olma kendine... Pişmanlık, yaptıklarımız değil yapmadıklarımızdır biliyoruz...
Belki bir dua, belki bir Yasin, belki bir kampanya....!!!!!

Siz, SİZ olun....