Translate

24 Mayıs 2014 Cumartesi

"BİZ"...!!!

Uzun bir aradan sonra merhaba...

Her geçen gün dünyayı, insanları anlamaktan biraz daha uzaklaşıyorum maalesef... Belki oğlumla daha çok zaman geçiriyor olmamdan dolayı, daha safiyene değerlendiriyorumdur her şeyi... Çıkar odaklarını netleyemediğimden her şey çok anlamsız geliyordur... Ya da her şey zaten çok anlamsız...

Soma'da hayatını kaybeden şehitlerimizin ardından kaç yetim kaldığı cevabı bile günlerce sonra netleşebildi... Hala pek çok belirsizlik var ve kim ne yapıyor - yapabiliyor- bilemiyorum...

  Bu kadar mı art niyetli topluluklarımız var da boğamıyoruz kendi kültürel birliğimiz ve sevgimizle; hoşgörümüzle içimizden ayıklayıp eritemiyoruz???...
  Nedir bizi fanus içinde yaşamak zorunda bırakan sebepler??? Sadece iki çocuğun el ele tutuşması gibi saf duygularla -insan olarak-, -insan olmak için- yüreğinde acı ile haykıranın acısını hissetmek için uzatmak istedik elimizi...

Yok... biz yapamıyoruz!!!... Biz kendimiz gibi yaşayamıyoruz.... Tüm çıplaklık burada aslında...

Evlerin en güzel odası misafir odası adı altında tutulup tüm ailenin daha küçük bir odada yaşamasını garipsemiyoruz mesela....
Ekonomik anlamda ağlanıp sızlanan insanların "desinler için" yaptıkları dillere destan düğünlere alışığız mesela....
Ölenlerin arkasından ağlayıp evin karısına kızına göz koyan, bi de bunu "korumak" adı altında yapan insanları yücelten topluluklarımız var mesela....
En güzel yemek takımlarını "özel misafirler" için ayıranlarımız var... Aslında, en özel yemeğin tüm aile ile yenen yemekler olduğunu bildiğimiz halde...

Evet biz, BİZ olarak yaşayamıyoruz... Bunu sorgulamıyoruz da..

Moda dergisinden çıkmış gibi olsun istiyoruz evlerimiz....Rahat etmemizi önemsemiyoruz, çocukların yaşam alanlarından çalıyoruz en az onlara ayıracağımız zamandan çaldığımız kadar....

Yeni yemekleri denemeyi seviyoruz...  Masa fotoğraflarını paylaşıyoruz...Kuru fasulyeye burun kıranlar, yanına bir baş soğan kırmaktan keyif alanlardan çoktur... Bir kap kuru fasulye için ömrünü karartanlaradır burun kırışlar...

Tüm dizilerin reyting rekoru kırdığı bir ülkede "en çok belgesel seyrediyorum" diyenlerin ne seyrettiği hala netleşemedi... (Acaba diziler belgesel niyetine mi seyrediliyor..!!))

Diyorum ya, biz dönüşüyoruz... Uzak, soğuk, ilgisiz, korkak bir kimliğe doğru dönüşüyoruz...
İnandıklarımızı söyleyemiyoruz, çünkü diziler toplum olarak bizi evrime uğratıyor... Bizi biz yapan değerlerimizden; komşu hali sormaktan, alçakgönüllü olmaktan, "dünya malı dünyada kalır" felsefemizden; herkes için, her şeyin en iyisini istemekten... uzaklaşıyoruz....

Farkediş: Kelebeklerin ömrünün bir gün olduğu dünyada kozalarımızın içine çekiliyoruz...  Soma süreci diyor ki; yalnızlaştırılıyoruz... bugün değil 50 yıl sonramız, 100 yıl sonramız için dönüştürülüyoruz...

Kurtuluşum sadece oğlumun masumiyetinin bana bulaşmasında, televizyon seyretmek için zamanım kalmıyor... Oğlum bana mutlu olmanın ne kadar basit olduğunu  öğretiyor. Kuklalarımızla çıktığımız yolculukta, karalamaların ardındaki rengarenk dünyasında alınan her nefeste, yıkılan kulemizle gelen kahkalalarla....  mutlu olmanın güvenden başka hiçbir parametresi olmadığını öğreniyorum.... Her geçen gün borçlanıyorum...O'na güvensizliği öğretmek zorunda olmaktan utanıyorum..

Tüm bunların bir kabus olduğuna inanmak istiyorum.. Bir gün terlemiş ve susamış olarak bu kabustan uyanacağız... Kırlarda koşan çocuğumuzun yolda düşen bir YABANCI'yı kaldırırken görecek ve korkmayacağız... Tebessüm edip başını okşayacağız, içindeki iyilik duygusu için şükredip kocaman bir AFERİN ile ödüllendireceğiz...

Herkesin sevgi dolu olduğu, kimsenin doğduğu toprakların adına mahkum edilmediği, inanışlarından dolayı cezalandırılmadığı bir dünyada yaşıyoruz.... Barış ve huzur tüm kara ve deniz canlıları için hüküm sürüyor...

Soma'da yetim kalan çocuklarımıza bu masalı nasıl anlatacağız... !!!!










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder