Translate

20 Aralık 2017 Çarşamba

2018, ANLAMINI SENİNLE BULACAK...

Güneş, Dünya üzerine enerji akıtmaya başlarken ruhların canlılığını uyandırıyordu.

Kimi uyanırken kimi uyumaya gidiyordu...
Kimi evlerden kızarmış ekmek, yumurta kokusu yükselirken, kimi evler de gecenin siyahı ile gizlenen sessiz çığlıklar sarılıyordu...

Herkes kendi payına düşeni yaşamaya devam edecekti…

Alt sokakta ki Ahmet, babasının aldığı kırmızı yeni bisikletinin heyecanı ile uyuyamamıştı. Doğum günü için çok beklemişti…

Üst mahalleden Ayşe, annesinin kolu şişmesin diye buz tutuyordu. Babası yine alkollü gelmişti eve…

Yan komşu Hatice daha 16 yaşında, yeni gelin geldi mahalleye… Geceleri ağlama sesleri duyuluyor hala…

Bakkalın çırağı Mahmut zehir gibi çocuk, ustası geç kaldığı için matematik sınavının son 20 dakikasına yetişti ama yine de 100 almış… Hayalleri büyük ama gazoz kasalarının kestiği eline ekmek basan ablası ile küçücük dünyalarında var olmaya çalışıyorlar.

Halime var bir de, Taksici Hayri’nin kızı…. Hayri’nin varını yoğunu önüne serdiği kızının hayalleri kırmızı bir arabadan öteye gidemiyordu bir türlü…

Hasan’ı da atlamayalım, bankacı Bilal’in oğlu… Babasının üzerinden hesabına para aktarmanın yollarını aramaktan hiç bıkmadı…. Kestirmeden zenginliğin peşinde…

Bu listeye yüz binlerce tanıdık hayat ekleyebiliriz….
 Oğlunun anısına göz yaşları dinmeyen şehit annesi Aynur Abla;
 Ay sonunu getirebilmek için gece ek iş yapmak zorunda kalan Salih Öğretmen;
 Evlenebilmek için sonu gelmek bilmeyen aile istekleri ile boğuşan Ece ile İsmet;
 Eşi evi terk ettiği için psikolojisi iyice bozulan Asım’ın kemeri ile ezilen 4 yaşındaki Kezban..

Hepsi çok tanıdık, yanı başımızda nefes alan insanlar…
Kimsenin hayatı kolay değil kimseden…
Kimsenin hayatı da zor değil kimseden…

Peki ya sen neredesin?...

Sen kendi hayatını yaşayan tek kişisin, hayatını olduğu gibi görebilen tek kişisin…
Sen şu dünyada teksin…
Hayatına değdiğin herkes sen olmasaydın eksik kalırdı…
Sen olmasaydın tüm dünya eksik kalırdı…
Sen değerlisin;
Değerini senin belirlediğin kadar değerlisin…


Kezban için umut belki de sensin,
Salih Öğretmenler için geleceğin eğitim bakanı belki de senin ellerinde şekilleniyor,
Mahmut geleceğin başbakanı olacak belki de, senin vereceğin güçle yaşama devam edecek…
Haticelerin değerlerini bileceği bir dünya için mimar sensin;
Ayşe için, Ayşe’nin annesi için, çözüm yollarını senin olmadığın bir dünya bulamaz ki…
Sen varsan insanlık var…
Sen yoksan sessizlik…

2018 seninle anlamını bulacak…
İyi ki varsın, bu satırlara değer katan İNSAN…
Sen bana emanetsin, ben sana...

İyi ki varsın…




18 Aralık 2017 Pazartesi

Dünya 2017. dönüşünü tamamlamak üzereyken...


Özcan Ailesi olarak diyoruz ki;

365 güne sığdırılan bir dönüşü daha tamamlıyor dünya…

2017 kayıplarımızla, acılarımızla, alkışlarımızla, hüzünlerimizle, kahkahalarımızla, bekleyişlerimizle; insan olmaya dair tüm duygularımızla, yaşandı…

Aile olmak yaşadığımız ortak duygu yoğun ‘an’larla ölçülür… O zaman her yaşanmışlığın bize kattığı ‘BİZ’ olma gücüne müteşekkiriz…

İnsanoğlu saymaya başladığı andan itibaren 2018. dönüşü önce dünyaya iyi gelsin diye tüm temennimiz…

Bizim doğaya karşı var olma savaşımız o kadar anlamsız ki; Dünya kendini koruyacak kadar güçlü, eminiz insanoğlu da bunu anlayacak bir gün.

Vazgeçecek birbirine kötü davranmaktan; aç bırakarak itaate mecbur kılmaktan. Eğitime aç, beslenmeye aç, suya aç, güvenmeye aç, inanmaya aç insanlar sonu olacak dünyanın…

Tüm insanlık ‘ insanın insana emanet olduğunu’ anladığında Dünya da insanoğluna sarılacaktır…  Biz hala umutluyuz…

Hayatımıza değen tüm insanlar; iyi ki varsınız…

Umut dolu yarınlarımız iyilik üzerine olsun.

Sevgilerimizle
ÖZCAN AİLESİ
 


6 Eylül 2017 Çarşamba

SÖZLÜĞE EKLENEN KELİMELER...



Ne kadar zaman oldu kendimden vazgeçeli bilmiyorum ama, kendimden vazgeçtiğimi yeni yeni anlıyorum…
Herkesin derdi ile dertlenmeyi insanlık gereği saymışım…
Ne zaman başladı, nereden geldi bu yanılsama bilmiyorum ama elimde nedenini dahi hatırlamadığım “kaybedilmiş an’larla” kaldığım bu yerde yanlızım…
Bunca insan içinde yanlızım…
Dertlerimin önemsizliği ile bana çarpa çarpa yaşayan insanların arasında kendimi kanatmadan yaşamaya çalışmaktan nasıl yorgunum…
Anlatamam…
Anlatamadım…
Bir ben..
Olmasam da olur…
-Olur mu?...
-Olmaz…  diyen bir nefes olsun istedim ama yanlızım…
Gözlerime değdiğinde tüm cevapları konuşmadan veren nefesler olsun istedim…
Olmadı…
-Gitme zamanı.. dedim…
-Gelemeden gitme zamanı…
Bu dünyaya gelmeyi bile başaramamışım…
Basit bir hücre topluluğu olarak nefes alabilmişim sadece...
O zaman gitme zamanı…
…..
…..
……..

GİTMEK

Gittim…
Hayatımı elinde tutan herkesten gittim…
Kendimden vazgeçmekten vazgeçerek gittim…
Yenilenerek çıktım kozamdan..
Yaşadığım her “an”, bu “an” için diyerek gittim…
Geçmişimle barışmadan,
Geçmişime küsmeden,
Geçmişimi olduğu gibi kabul ederek;
Savaşmaktan vazgeçerek gittim…
“Bittiğini düşündüğümde” yeniden gidebilme gücü ile gittim…
Gidebilme özgürlüğünü boynuma kolye yapıp gittim…
Prangalarımı açıp gittim…
Benden alacakları için beni sevenleri bırakarak gittim…
Heybemde sadece benim için bende kendini bırakabileceklerle gittim..



DOĞMAK
Ne zaman doğar bir can?...
Ne zaman ilk var olur?...
Nefes almak mıdır doğmak?..
……
…..
Bence, kendin olabildiğin andır doğum anın..
Kendini ortaya koyabildiğin an…
Sözlerinin ardında durabildiğin…
Olduğun gibi olabildiğin andır…
Tek bir şey için yaratılmış olamayacağını fark ettiğin andır doğum anın…
Yaratılış amacını fark ettiğin andır…
Kendinden doğabilmeyi fark edebilmektir doğmak…
Simurg misali…
Kendi felsefenle geçmişini küle döküp yeniden var olabilmektir doğmak…
Doğabilmek için önce var olabilmek gerek;
Nefes almak değil dediğim elbet…
Özgürce, sansürsüzce düşünebilmek,
Konuşabilmek korkusuzca;
Soru sorabilmek saklanmadan,
Cevap arayabilmek tüm varlığınla…
Sonsuzluk olduğunu, hiçlik noktasında kavrayabilmek,
Bir HİÇ olduğunu sonsuzlukta hissedebilmektir var olabilmek…

9 Temmuz 2017 Pazar

BEN KİMİM?... (2)

Kendimle tanışma çabalarım komik anılar hediye etti bana...

Aklımda "kaçak Gelin" filmi (Richard Gere - Julia Roberts) var.
Girdim mutfağa önce yumurta testi yaptım. Zaten her şey yumurta ile başladı...

  Bir rutin günümü konuşuyorduk:
Çocuklar okulda ise eşimle "menemen";
Oğlum futbola gidiyorsa kızımla "kayısı kıvamında haşlama";
Oğlumla kahvaltı yapıyorsam "omlet" yediğim, o zaman fark ettim...
Pazar kahvaltısında hepsini yapıyordum ama ben yumurta yemiyordum...
Hiç sormamışım nedenini...

Cevabını çok aradım...
Bir an önce mutfaktan çıkmak için kolaya kaçtım büyük olasılıkla..
Zaten yapıyorken yemiş olmak için yemişim..
Fark ettim ki, yumurtayı zaten sevmiyormuşum...

Her değişiklik isteğimde saçımın rengini değiştiriyordum ve saçım iyice yıprandığında bile kestiremiyordum.
Eşim uzun saç seviyordu ve annemin  kulağımda çınlayan sesi.."Kadın dediğin uzun saçlı olur!.."
Asla sorgulanamazdı.
Oysa ben uzun saçı hiç sevmiyormuşum ki...

 ****
Saçımı kestirmekle başladım "kendim olma savaşına"...
İlk tepki komşumdan geldi:
"Aaa kuaför saçlarını mı yaktı!!!!"...
Sonra çocuklarım uzun süre sessiz kaldı..
Eşimin tepkisinden bahsetmek bile istemiyorum...

Kimsenin aklına gelmedi benim istemiş olabileceğim....
Zaten kimse de sormadı neden yumurta yemediğimi...

Ben tüm bunları "komik" kabul edip devam ettim kendimi aramaya...

Her kararımla etrafımda "beni BEN olarak kabul edenler" ayrışıyordu hayatımda...


Ayrışmayanlar yakıyordu canımı..
Oğlum...
Eşim...
Kayınvalidem...
"canım" dediğim arkadaşlarım...

Kendilerince bendeki bunalım nedenini çözmeye çalıştıklarında gülüyordum...
Daha öncesinin "bunalım" olduğunu düşünmüyorlar bile...

En büyük arıza, spor salonuna başlayıp, kıyafetlerime renk katmamla patladı.
Davet edildiğim çay saatleri azaldı...
Günlere davet edilmiyorum artık..
Malum potansiyel tehlike oldum...

Sırtımı dönüp, gidemiyorum da...
Dönüşümü biraz ağırdan alıp, alıştıra alıştıra ilerlemeliydim...
Bunu şimdi anlıyorum.
Lakin ne kadar ömrüm var bilemem ki...

Kızımın beni desteklediği anlar dışında  hiçbir dayanağım yok...
Hayatımda biri olduğundan şüphelenmiş eşim...
Ne diyeyim başka..
"Kayınvalidem sağ olsun"...
"eş-dost görünümlü el-alem köyü sakinleri sağ olsun"...
"ben-i diplere gömüp sırtını dönen kendim sağ olsun"...

Elbirliği ile geciktirecekler kavuşmamı.
Olsun...
Ömrüm varsa artık, evde, herkes kendi yumurtasını yapsın..
Ben renklerim ve kısa saclarımla şimdilik yetineceğim..
Elbet kelimeleri tükenecektir..
Beni yeni halimle kabul edecekler...

Dün iki komşum da başladı spora..
Şimdilik siyahlarla yaşıyorlar ya eminim zamanla onlar da bulacak kendi renklerini...

Bakarsın ben ışık olurum kendilerini bulmalarına...

Yılmadım...
Canım yandı,
Hayallerim elimde cam kırıkları...

Yılmadım....
Sözler birer ok gibi kalbime saplandı,
Bakışları alev aldı, gözlerine yıldız yerleştirdiklerim,

Yılmadım...
" -utandırıyorsun" dedi değerlilerim...
Göz yaşlarım şahidim

Yılmadım...

Kendime doğru yürüyorum
Işığım kendim...

21 Haziran 2017 Çarşamba

BEN KİMİM?...(1)

Ne zaman vaz geçtim kendim olmaktan bilmiyorum...
Hep onay almayı bekleyen gözlerle bağladım ellerimi kollarımı...
Şimdi anlıyorum ki, vazgeçtiğim an kendim olmaktan ,hep takip edecek ayak izleri aramışım...

Hep birileri"gibi" olmuşum..
Kendim olma ihtimalinden bile saklanmışım köşe bucak...

Kocamı mutlu etmek için, hayal ettiği eş olmak için mi dedim önce...
Lakin evlenmeden önce de bir "ben" yokmuş...

Babamın onayını almak için istediği "namuslu,hanım, usturuplu" genç kız olmak için mi vaz geçtim kendimden?...

Bilemedim...

Üniversitede arkadaşlarımın yanında olabilmek için mi "güzel" dedim hiç dinlemediğim müziklere?....
???

Annem onaylasın diye mi arkadaşlarımı seçme hakkımı teslim ettim ellerine?...

Ya da, komşular "hamarat" desin diye mi öğrendim yemek yapmayı?...
Oysa aram hiç iyi olmadı mutfakla...
Hiç sevmem evde toplanıp el işi yapmayı, fal bakmayı...
Bana göre değil hard rock dinlemek...
Örgülü saç görmeye bile tahammül edemiyorum şimdi... Bakamıyorum lise fotoğraflarıma...

Şimdi korkarak soruyorum kendime:
-Kimim Ben?...

Yıllarca yaptığım her iş için onay bekledim,
Aldığım her karar için onaylanma bekledim...
Hep çevremdekilere bakmışım, gözlerinin içine içine bakmışım..
-Ne derler? diye korkmuşum ..
Korkmuşum "istenmeyen"olmaktan...

Doğru sorularla karşılaşınca, kendime açılan yolla barıştığımı görmekten döküldü göz yaşlarım...
Üzerine alınma,
Benim, kendim için titrek adımlarımdı bu göz yaşlarımın nedeni...

Doğru sorular...
???..
Neden şimdiye kadar sorulmadılar....
Neden yolum bu sorularla kesişmedi bilmiyorum...
...
Bilmiyor muyum?...
...
Aslında biliyorum galiba..
Nasıl inandıysam bir şey bilemeyeceğime, fikrimin olamayacağına...
Soru sormaya hiç ihtiyacım olmadı ki..
Hep yapmam gerekenleri söyleyecek birileri vardı zaten etrafımda..
Soru sormayı hiç öğrenememişim ki?...
.............
............
Beni; "başka", "başka" diye zorladığında, köşeye sıkıştırdığım kendim;
Yıkıntıların arasından elini uzattı bana...
Çekip çıkartırken sıkıştığı yerden,yüzler belirdi önümde..

Her şeyi bilen arkadaşımın "bunu nasıl bilmezsin" bakışı ..
Her şeyin en iyisini yapan, oğlumun arkadaşının annesinin "öyle çocuk yetiştirilir mi" imaları...
Sağlıklı yemek konusunda kimsenin eline su dökemeyeceği teyzemin "dinle de öğren" direktifleri...
"Sen de yap bir şeyler" diyen eşim..
"Hiç mi beceremeyeceksin" diyerek gülen kayınvalidem...
Ablamın her defasında "ben olsam, öyle yapmazdım" diyerek başladığı ince iğnelemeleri...

Yoruldum...
Bu kadar kalede varlık mücadelesi gösteremedim...
................
............

Oysa şimdi...
Beynimde "başka", "başka"... soruları çınlarken açılan kapılardan geçmeye devam ediyorum...
Korkmadan...
Her sima için ayrı yollar açacağım...

Korkmadan uygulayacağım vereceğim kararları...
Not kağıdım, kalemim ile savaşacağım "kendimle arama giren simalar"la...
Kendimle baş başa kalana kadar devam edeceğim..
Sonra yanımda olanlarla yaralarımı sarıp her zerresine sarılacağım kendimin...

Kalan ömrümün en genç gününde "kendim olabilmek için" savaşma kararı ile kapatıyorum geçmişin perdelerini...

.....
....





   

8 Haziran 2017 Perşembe

ÇOK YAŞIYORUM ARTIK...

Gün geldi...
Yaşadıkça döküp saçtıklarımı ardım sıra toplayan kendim, geldi çaldı kapıyı...
Kucağında belirsizliklerim, korkularım, hayatıma giremeyen uzak gülüşler, kokusunu kaybetmiş çiçek buketleri ile çaldı kapıyı...
Geçti karşıma ve -"hesap zamanı" dedi...

En çok da 15 yaşım canımı yakmak için tutuşuyordu... Çok  incinmiş hali ile kurumayan göz pınarları ilk kalp ağrısı için yas tutuyordu hala...
Üzgünüm dedim...

25 yaşımdan kalan gözü mor, ayağı aksak kadının gözlerine bakamadım..."ah'ın beni hiç bırakmadı" dedim... "Yine merdivenden yuvarlanıp sabah çalışmaya giden o yıllarımı nasıl da bastırmışım... Üzerime pişmanlıktan, korkudan diktiğim yorganın ağırlığıyla  canından bezmiş halim kendimden kopardığım ne büyük parçaymış.. Oysa sadece sevmiştim...

Ölüme sevinilmez dedi köşeye saklanan kadın....
Tanıdım, 35 yaşımın 45 yaşında görünen omuzları...
Bir trafik kazası ile özgürdüm belki ama kanatlarım çoktan kırılmış, korkuya teslim olmuş halim ile oturduk beraber ağladık...
Kazada ölen kocaya mıydı yoksa ne yapacağını bilemeyen kendime miydi göz yaşlarım hala bilmiyorum...
 Biri 10, diğeri 7 yaşında iki çocuk ile yediğim "dul kadın" damgasına karşı ne kadar dik durabilirdim ki...

Güçlü bir "merhaba" doldurdu odanın içini, 10 yaşında babasının göz nuru halim ile, "yeter ulannnn" diyerek korku yorganını ateşe atan 40 yaşındaki halim....
Aralarına kimseyi almadan el ele verip kalplerini ve boyunlarını eğmediler kimseye.. çocuklar; 15 yasında erkek ve 13 yaşında kız artık... "Okuyacaklar" kararı ile gündüzleri okul kantininde çalışan ben, akşamları elimden zorla alınan "okuma hakkı"m için ders çalışıyorum çocuklarımla...

43 yaşımdaki ben "başardın" dedi... Oğlun liseden sen üniversiteden mezun oluyorsun...
Diploman ile açtığın börekçi dükkanın boşnak börekleri ile nam saldı...
Sevgi değildi hamura katılan sadece...Emek vardı, yaşama sarılma çabası,  hayatta kalma inadı ile  güç veriyordu yiyenlere...
 
Tam 13 yıl hamur açmak, gece gündüz çalışmak oldu hayatım... Çocuklar üniversiteyi bitirdi, evlendi...Oğlumdan iki, kızımdan bir torum eklendi hayatıma..

56 yaşında kucağımda  kendi çığlıklarımla ne kalabalık oldu bu oda...

Hesap zamanı...
Kendime özür zamanı...

Evet ailemi ben seçemem ama; düşmeye, susmaya, korkmaya boyun eğdiğim yıllar ben kendime sırt döndüm...
Özrüm yine kendime...

Doktor odasında elimde filmler, kulağımda "maalesef" kelimesi çınlarken çağırdım sessizliklerimi,yanlızlıklarımı...
Peşlerine takılan kendimlerle tüm hayatım odada şimdi..

Ne kadar ömrüm var bilmiyorum...
Kim biliyor ki?...
Herkes bir gün gidecek,
Ben sadece70'imi göremeyeceğimi biliyorum...
Sen onu da bilmiyorsun...

Son anneler gününde toplandık biz bize... Azad ettik birbirimizi..
Helalleştik tüm yaşanmışlıklarımızla...

Vazgeçme, kendime acıma hakkımı dolduralı çok oldu,
Alacaklıyım saatlerden...
Hayatta iken yapılacaklar listesi yapmıştık ya...
Her maddede çok eğleniyorum...

Kafemin menüsünü  matbaaya götürüyorum. Ben tasarladım:)
hazırladığım tabakların fotoğraflarını da ben çektim...
Her yemeğin kokusunu tasvir edecek renkler düşündüm...
Çok eğlendim...
Kendimle barıştıktan sonra çok yaşadım...
Çok yaşamaya da devam...

60 yaşıma mektup yazma kararı aldım... Postaya verip kendime göndereceğim. 4 yıl sonra teslim koşulu ile...
Ben her günümü çok yaşamaya adayarak gülümsüyorum aynaya...

Hep ihmal ettiğimi fark etmek bile iyi geldi..
Her sabah borçlandırıyorum kendimi kendime..
Aynada "seni çok seviyorum" diyorum.
Çocuklarım torunlarım için değil, kendim için "çok yaşıyorum artık"...

İyi ki varım:)






14 Mayıs 2017 Pazar

ANNELER ZAMANI GEÇ FARK EDER..

Dur be zaman...
Ne acelen var....
Sanki kanatların daha da büyümüş uçuveriyorsun....

Dur be zaman...
Ne acelen var yüzüme çizgiler atmak için...
Yine saç dibim çıkmış...
Yine aynalar anılara döndürüyor yüzümü...
Ellerime hayrandım,
Lakin o eller bunlar değil...
Beni bulmaya çalışırken görüyorum kendimi mimiklerimde...
Bi ben olamamışım...
Şimdi farkındayım..

Arkadaş olmuşum,
Sevgili olmuşum,
Anne olmuşum,
Gelin olmuşum,
İşin sahibi olmuşum da, bi tek kendim olamamışım...
Yaşadığım rengarenk hayatlar hep birileri için olmuş..
Kimseyi üzmemişim lakin hep sırtımı dönmüşüm kendime..
Ne şevk, ne aşk, ne tutku, ne fark olmuşum ruhuma....
Sadece yaşamışım kendime döşenen taşların üzerinden yürürken..

Takip etmemin söylendiği ayak izlerinden çıkamamışım...
İşte bu yüzden HERKES GİBİ oluşum...
Koşulsuz inanmışım yapmam gerekenlere,
Yapınca sevileceğime,
Ömrünü hediye edince incinmeyeceğine...

Yaş 50 ile ne zaman başladı...
Takvime sorsan 56 yıldır nefesim yeryüzünde, gökyüzünde...
Lakin benim bildiğim tek bu AN...
Görmeye çalıştığım, 35 yaşım..

Dur be zaman...
Ne vakit "ben gençken" demeye başladım ben...
Artık düğün müjdeleri almıyorum, cenaze haberleri ile sarsılıyorum...
Hayatımın karakterleri eksiliyor birer birer..
Sinemalar, şarkılar öksüz kalıyor an be an..
İçinde yaşadığım kutunun kenarları yükseliyor her düşen takvim yaprağı ile...
Bir gün bir yaprak düşecek ve her şey devam edecek dünyada...
Bu sefer bensiz...
....

2 çocuk 3 torun ile sınama beni zaman..
İki fotoğraf karesine sığıştırılan  tebessümlerle daha çok yakma canımı...
Bağ kuramayışımı yüzüme vurma çocuklarımla...
Onlar için kovalarken zamanı, kendi çığlıklarıma sağır kalışımla cezalandırma beni...
"seni seviyorum"un iki kelimeden fazlası olduğunu ben mi anlatamadım..
Ömrümü harcarken, "olması gerekeni yapıyor" olduğumu düşündüler ama ben, yanlız kalmamak için de yürümüştüm o taşlı yollardan,
Anne olmak fedakarlıktı; fedakarlığımın bedeli ise aynadaki yabancı yüz ve tik-tak, tik-tak sesleri oldu bana.....

Bırak daha çok insana dokunabilecek kişi olayım...
Ertelediklerimi kucağıma aldım..
Kendime anneler günü hediyesi yaptım...
Küçük bir liste...
Ertelediklerimden oluşan 15 sayfa...

Nedir ki 56 yılın yanında...

Kendimle tanışmak için yapacaklarım:

*Tüm bedeninle nefes almayı hatırla...
*Rüzgarın yüzünde esmesini hisset...
*Dalgaların müziğinde kaybol
*Sahilde kumların ayaklarının altından kaymasına izin ver...
*Aynada kendini seyret...Utanmadan, kendini olduğun gibi sev...
*Her kasını hissederek yürü...
*Tüm eski kıyafetlerini at...
*En sevdiğin rengi hatırla, (torununu doğum günü hediyeleri için para biriktirmekten vazgeç) alışveriş yap
*En sevdiğin müziği hatırla plağını al, pikabını yenile..
*Kendini iyi hissettiğin arkadaşlarınla hiç görmediğin yerlere tatile git... (Kimse yoksa, yola çıkan senin kadar cesur arkadaşların olma ihtimaline de sırtını dönme...)
*Hep ertelediğin piyano kursuna başla...
*Eski albümlerine yenilerini ekleyeceğin, istediğin,bir fotoğraf makinası al..
*Akıllı telefonların senden daha akıllı olmadığına inan... Bir tane al, gerekiyorsa ders al...
...
.....
Durma zaman, sen durma...
Zaten durmazsın ya...

Yine mevsimleri sırala, lakin
İzin ver kendimi bulayım...
Biraz daha nefes sadece...
Kendimle tanışmadan hapsetme beni anılara...


4 Mayıs 2017 Perşembe

HALA YAŞIYORKEN...

Çok ciddiye aldığın hayat seni bir köşe başında öylece terk edecektir..
Denenmiş %100 gerçek bir sondur bu..
Her canlı diyor gökyüzü...
Sen de...bir gün... bir yerde....
Kim bilir nerde,nasıl...

Kızma n'olur..
Biliriz de bilmezden gelmek işimize gelir..
İyi de; bildiğin şey sen bilmiyormuş gibi yaptığında seni bulmayacak  mı?...
Lafı eveleyip gevelemiyorum ve diyorum ki..

Kendi adıma, ben öleceğim...
Nerde, ne zaman, neden.. Bilmiyorum...
Lakin ben öldüğümde kalan yaşam beni hiç ilgilendiremeyecek biliyorum...
Yine biliyorum ki, neye inanıyorsam onu yaşıyorum ve gittiğimde tüm yaşanmışlıklarım da süpürülecek benimle iki karış toprağa...

İki kez ölür insan..
Biri son nefesini verdiğinde, diğeri seni hatırlayan son canlı, son nefesini verdiğinde....

Ölmeden önce "ki bu kesin bilgi..." hissetmek istediklerini inanarak iste...
Çünkü neyi istersen onu yaşarsın...






 

1 Mayıs 2017 Pazartesi

BİR MAYIS GÜNÜ...

Nasıl severim Mayıs ayını,
Uyanışı...
Sıcaklığı...
Yeniden  var olabilmeyi simgeler bende...

Bir de 1 Mayıs var elbet...
Tarihinde yine kan ve acının kol kola geçtiği, insanlığın sınandığı yaşanmışlıklarla dolu bir gün....
Gerçekten kutladığımız nedir?..
Sağına, soluna, kendi hayatına bakan herkes bu soruyu bir sormalı kendine....
....................

Oldum olası sevmem günlere özel anlam yüklemeleri..
Ayrışmayı, ayrıştırılmayı sevmememden bu durum...
Daha iyiyi hak edenlerin hüsranlarına ortak oluşumdan...
 
Kadınlar günü erkekleri yüceltir...
Çocuk hakları günü, hakları verilmeyen çocuklara gözyaşıdır...
Anneler günü, annesiz her kalp için büyük ağrıdır...
Babalar günü, babasından şiddetin gören çocuklara ağır bir darbedir...
Öğretmenler günü, doktorlar günü, hemşireler günü, mühendisler günü, diş hekimleri günü...
1 Mayıs da bu listeye eklenir bende...

Neyi konuştuk bugün...
Neyi kutladık?
Hangi emekçinin sorunlarına yandık...?
Soma'da hayatını kaybedenler...
Mecidiyeköy'de düşen asansör faciasında solan umutlar...
Yanan işçi çadırlarında küle dönüşen hayaller...
Makinalara kaptırılan eller, ayaklar...
İnşaatlarda düşen sadece kasklar mıydı gerçekten?...

Kaç acıyı tekrar yaşadık da "ders aldık" dedik?

Hasta yakınlarınca darp edilen doktorlar,
Değerleri bilinmeyen hemşireler...
Evde parça başı iki kuruş için sabahlayan Ayşe abla için ne çözüm buldun da kutluyorsun?
Kayıt dışı çalışmayı  engelleyebilmek için kafa patlattık mı?...
Minicik elleri ile boncuk dizen Zehra için umut olabildin mi?...
Bu liste uzar da uzar...

Lakin "aydınız Didim'e gideriz", esprisi kadar duyarlılığımızla
Tatil hakkını kullanırız sonuna kadar...


Tatil olur, emekçiler çalışır...
Sorunları konuşulmaz...

Emekçi değil midir, evde saçını süpürge eden kadın...
Emekçi değil midir,  sabahın köründe okula gitmek için yollara düşen öğrenci...
Emekçi değil midir, ergenlik yıllarının başında TEOG için hayatından vazgeçen genç...
Emekçi değil midir, eve iki kuruş getirmek zorunda bırakılan  çocuk....
Emekçi değil midir,  torunu için yaşına rağmen iş peşinde koşan dede..

Neydi emekçi olmak gerçekten?
Kimse "zorunda kalmasın" diye;
Herkes "insan" olabilsin diye
Alın teri dökmek miydi?...
Öyle olması gerekmez miydi?
...........................................


Lütfen ayrışmayalım...
Dilimiz, dinimiz, rengimizin yanında mesleğimizle de ayrışmayalım...
Lütfen sadece yaptığımız işi severek yapalım...
Lütfen sadece kendimiz  olabilmek için maskelerimizden kurtulalım...

Ne zamandır sırtımızı dönüyoruz acılara... yokmuş gibi davranıyoruz?
İşte o zamandır "emekçi" de değiliz artık..
Bir bayram söz konusu ise bizim değil artık...
............................

Eğer biz gerçekten kendimiz olmayı başarırsak
Bize biçilen rolleri oynamak için yaşamı ötelemek değil, 
Çalışmak zorunda kalmayacak çocuklarla,
Huzurla hak ettiği emekliliği yaşayabilen büyüklerimizle
Sadece mutlu olmak için yaşamak..

İşimizin hakkını vererek, yapabileceğimizin en iyisini yapmak için üretmek
Sadece kendimiz olabilmek..

Yaşama emek katabilmek için nefes alan herkesin 365 günü emekçi günü olsun ve kutlu olsun...
Değerle, sevgiyle, insanlığınız ile hoşça kalın...



14 Nisan 2017 Cuma

KENDİ SÖZLÜĞÜN OLSUN -- 3


...................
............
....

An’dan umduklarım "gerçek ben" olmadıkça,
Düşüyorum…
Garip bir sarmalın içinde debelenirken bulabiliyorum kendimi…
Fark ediyorum ki umut bazen güçlü bir enstrüman oluyor kendimi kandırmaya..
Yeni kelime damlayıveriyor sayfaya…

6- YALAN

Gün gelir, beni ben yapan her zerrem, her atom parçası küser birbirine…
Hani tanımlayamazsın da, kontrolün dışında gelip tüm varlığını ele geçirir ya..
Anlamlandırılması zor bir histir o...
Bedeninin ötesinde tüm varlığını alır götürür…
Öyle dolu, öyle başıboş ama öyle kuvvetli…

Hayata küstürür,
Bilemem ki neden..

Hayatımda değişenlere göz atmaya başlıyorum…
Sevmedim dedim…
Olmasa da olur dedim..
Giderim ben, bırakırım  dedim…
Gücümü ispat etmek istedim…
Eksik kalışımla yüzleşemedim

Masamda tabağım eksik kaldı…
Bardağım yalnız kaldı,
Kalemim boşta kaldı,
Ruhum üşüdü …
 O omuz olmadan olmadı…
Yankılanmayan kahkaham duyulmadı,
Diş fırçam bile eksik kaldı bir başına kalınca…
Aşkım, oğlum, annem, babam, ablam, komşum…
Kim ise hayatımdan giden…
Benden bir parça götürdü…
Güçlü olma ümidine sarılıp gizledim eksikliğimi..
Kandırmaya çalıştım kendimi…
An’dan yüz buldukça, sarıldım yeni yalanlarıma…

Hissettiğim eksik kalma hissi idi oysa…
Çünkü hiçbir eksik kalış aynı boğmazmış insanı…
Zamana yayılır ve sonraki eksik kalışla güçlenirmiş,
İşte bu yüzden hep “yeni bir his” demem…
Anlatılamayışı bundanmış dost…

Bırak kendine yalan söylemeyi sevgili kendim…
Utanma…
Kabul et ki “eksiksin”…
Eğer eksikliğini hissediyorsan da sevin..
İnsansın hala…

Artık, gidene bulaşmış bir BEN’e dönüşeceğimi biliyorum…

Yaşamaya devam ettikçe, insanlara dokundukça dönüşmeyi göze alıyorsun kabul et…

Elimde minik bir nefes,
Yanımda bir beden,
Başımı koyacağım bir diz oldukça değerleneceğim ama, zaman kendi hakimiyetini her an hatırlatabilecek bana…
Bunu peşinen kabul ediyorum  ve bırakıyorum yalan arama seanslarını…


Bir gün birilerini eksik bıraktım mı?
..düşünüyorum… 
 ....
Hatırladıklarımla anlıyorum evrenin adaletini...
Sonra da okkalı bir dizi sözlük çıkıyor ağzımdan…
Hay ben bu evrenin…!!!