Translate

23 Ekim 2016 Pazar

ÖZÜR DİLERİM ÇOCUK...

Bugünlerde güzel şeyler yazmak istiyorum ama kalem donup kalıyor...
Dünya akıl tutulması yaşıyor sanki..

Görülmez bir çember var etrafımızda ve giderek daralıyor; tek sıra haline sokulmaya, aynı yere döndürülmeye çalışılıyor gibiyiz...

Çocuk tecavüzleri,
Madde bağımlıları terörü,
Masum-suçlu ayrımının flulaştırıldığı savaş alanı haberleri...
Şiddet akıyor her yerden...

Modern çağın vebası şiddet...

Oyunlara sızan, beyinleri esir eden; saygı ve vicdan kavramlarını hedef alarak kirli yarınlara "yönlendirilebilen güç" yetiştiren  planlanabilen şiddet...
 ..................................
Her yetişkinin diplere, köşelere sakladığı, unutmaya çalıştığı kötü çocukluk hatıraları çıkıyor su yüzüne... Vicdan hesaplaşmaları patlıyor insanların içinde... Yine de susuyoruz...Tıpkı öğretildiği gibi...
Bahaneler bulup vicdanımızı etkisiz hale getirmeye çalışıyoruz, kendimizi haklı çıkarma çalışmaları yapıyoruz...

................
Özür dilerim çocuk; babasının elinden yediği tokatlara seyirci kalan anne adına....
Özür dilerim çocuk; kimseden çıkartamadığı ezikliğini sözleri ile üzerine kusan anneyi görmezden gelen komşu adına...
Özür dilerim çocuk, oyun adına diye sana şiddet uygulayan komşu çocuğunu umursamayan abilerin adına...
Özür dilerim çocuk; ağladığın gecelerde sesini duymayan kardeşlerin adına....
Özür dilerim çocuk; yavaş yazıyorsun diye elinde cetvel kıran öğretmenin adına...
Özür dilerim çocuk;  çocukluğunda gördüğü istismar işkencesini sana uygulamakta sakınca görmeyen hasta ruhlar adına...


Özür dilerim...
Zarar gelen her zerren için..
Döktüğün her damla göz yaşı için...
Korktuğun her an için...
Omuzlarına yüklediğimiz her kötü anı için..
Elindeki öfkeyi, şiddetle alarak savunmasız bırakıldığın her kötülük için...
Vicdanını kaybetmiş pisliklerden senden uzak tutamadığımız için...
Özür dilerim çocuk; bu dünyada "insan" olarak yaşamana izin veremediğimiz için...

Çok özür dilerim..




16 Ekim 2016 Pazar

ÖĞRETMEN OLMAK...

Bir insanın başına gelebilecek en büyük şans kendisiyle anlaşabileceği bir öğretmendir.

Zorlama yöntemi ile değil, bireye özel çözümleme sistemi üzerinden, kişinin yaşam ritmine uygun bir şekilde eğitime devam eden bir mantık dünya üzerinde var mı bilmiyorum. "Okul" sistemi olmadan önce vardı muhtemelen..."Okul" sistemini kabaca şöyle tanımlıyorum ben:  insanların dijital numaralara bağlanarak gruplandırılması, ardından da toplu olarak, neler yaşaması gerektiğinin belirlendiği sistem...

"Memleketimizin  en en ennnn öncelikli konusu eğitim" diyoruz ya, Dünyanın da en büyük problemi eğitim... Bu sorunu halletsek, yeryüzünde ne açlık kalacak ne de savaş... Tüm insanları, tüm yaşam şekillerini, tüm inançları kapsayacak bir sistem bulunsa da yarınlarımızdan emin olsak....

***************
Memleketimde de, zaman yönetimi ve süreç tasarımı eğitimi verebilecek bir mantık olsa, meyvelerini 25-30 yıl sonra almaya başlarız...
Bugünlerin sancılarını 25-30 yıl öncesinde aramak, yaşanan hataları yüzümüze çarpacakken neden deve kuşu misali gömüyoruz kafalarımızı kuma bilemiyorum....

Güzelliklerden konuşabilmek varken...
Her birey, kendi renklerinde zamana kendi ismini kaydettirme özgürlüğü ile doğmuşken...
Neden her canlıyı tekleştirme çabamız....

Balıklara uçma, kuşlara yüzme öğretme inadımız neden?.... Nedir bizleri çaresiz kılan?... Çözümün "mutlu öğretmen" kalıbında gizli olduğunu görmek imkansız olmamalı....!!!

Öğretmenlerimiz, öfke kontrolü, iletişim, ses-beden dili, insan ruhu  konularında eğitilip; önce "mutlu insan" hedefine inandırılabilseler...
Unutulmaması gerekenen en önemli şey, mutlu insanın kalıcı öğrenme yapabileceğidir...

Mutlu öğrenci mutlu öğretmen olur...
Mutlu öğretmen mutlu öğrenciler yetiştirir; gerektiğinde ailelerin eğitimi de desteklenir ve toplumsal bir sıçrama yapılabilir....

Türkiye'de bu eğilim köy enstitüleri zamanında vardı ve tam bir nesil şekilleniyordu ki; korku cumhuriyeti ile ezildi... Öyle üzgünüm ki o dönemin "gerçek" eğitim neferleri için... Ödedikleri bedeller için...
Sonra öğretmen liseleri vardı..... Bir nebze nefes idi...

O dönemlerde öğretmen olmak vali olmaktan kıymetli idi... Herkes bilirdi  kıymetini, verirdi hakkını... Maddi olarak hiçbir zaman olması gerekeni alamadı ama halkın gözünde saygınlığı vardı... Hedeflerin  kıymeti biliniyordu...


Mustafa Kemal Atatürk'ün kısım kısım bilinen konuşmasının tam metnini okumaya, bugünlerde  her şeyden çok ihtiyacımız var sanırım... Tekrar tekrar okumaya... Sindire sindire okumaya... Öğretmen olmanın ne kadar zor ve ÖNEMLİ olduğunu anlayana dek okumaya ÇOK İHTİYACIMIZ var...!!!




    


*****************************
Öğretmenler!
Yeni nesli, Cumhuriyet’in özverili öğretmen ve eğitmenleri, sizler yetiştireceksiniz; yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin yeteneğiniz ve özveriniz derecesiyle uygun olacaktır.
Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister. Yeni nesli, bu kalite ve yetenekte yetiştirmek sizin elinizdedir. Sizlerin, seçkin görevinizin yerine getirilmesine büyük özveriyle varlığınızı vereceğinize hiç şüphe etmem.


Öğretmenler!

Erkek ve kız çocuklarımızın, aynı şekilde bütün ilim derecelerindeki öğrenim ve eğitimlerinin uygulamalı olması önemlidir. Memleket çocuğu, her öğrenim derecesinde ekonomik hayatta istekli, eser sahibi ve başarılı olacak şekilde donanımlı olmalıdır. Millî ahlâkımız, uygar ilkelerle ve hür düşüncelerle arttırılmalıdır. Bu çok önemlidir, özellikle dikkatinizi çekerim. Göz korkutma ilkesine dayanan ahlâk, bir erdem olmadığı gibi güvene de uygun değildir.


Efendiler! Bu görüşümde sizin tamamen benimle beraber olduğunuza şüphe etmiyorum. Genel öğrenim ve eğitim programımız da bu temelleri içine alır. Fakat biliyorsunuz ki, görüşlerin, programların kesin ve açık olması çok önemli olmakla birlikte verim ve eser verebilmesi, onların becerikli, anlayışlı ve özverili öğretmenlerimiz tarafından okullarımızda çok büyük dikkat ve gayretle uygulamasına bağlıdır. İşte özellikle sizden rica edeceğim konu budur. Sizin başarınız, cumhuriyetin başarısı olacaktır.

Arkadaşlar, yeni Türkiye’nin birkaç yıla sığdırdığı askerî, siyasî, idariî inkılâplar sizin, saygıdeğer öğretmenler, sosyal ve fikrî inkılâptaki başarılarınızla desteklenecektir. Hiçbir zaman hatırlarınızdan çıkmasın ki,
“Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.”
Hâkimiyet-i Milliye: 26.08.1924

******************************************

Tüm öğretmenler ve öğretmen olmak isteyenler nasıl bir vebal altında olduklarını biliyorum ki farkındalar...  İşte bu farkındalık iyilik yayacak yarınlarımıza diye tüm umudum..

Benim tüm umudum 20 sene sonrasına iyilik, huzur, başarı, özgürlük, liderlik tohumları ekecek; sorumluluğunu -özveri ile birleştirerek- bilen tüm öğretmenlerimizde.

Gözlerinin içi gülen, yarınlarımıza fark katacak her bir çocuğumuzun öğretmenlerine sonsuz minnetlerimle... SİZLER iyi ki varsınız...

2 Ekim 2016 Pazar

YAŞ HESABI:)...

Bir insan için en güzel yaş nedir tartışması vardı geçenlerde...
Herkes bir şeyler söyledi ama ben kelime bulamadım...


İnsan yaşını neye göre belirliyor ki...
Zamanı dilimleyen kişiye göre, mevsimlere göre yaş alıyor muyuz gerçekten..
Haksızlık bence...
İnsan yaşayabildiği anların toplamı kadar yaş alır desem hanginiz bana ters düşer ki...


Hayatlarımızda öyle yıllar vardır ki, günler hep birbirinin tekrarı gibi geçmiş, gün dolduruyor gibi hissetmişizdir... Öyle yıllarımız da olmuştur ki; acılar kayıplar, hayatımıza eklenen yeni nefesler, yeni sorumluluklar, büyük başarılar, başarısızlıklar... Bizi dolu dolu yaşamı hissetmeye iten mevsimler...
Bu senelerin eşit yaş aldırması haksızlık değil mi...
Ben kime göre kaç yaşındayım...

Ruhum yeni aşık hallerinde bahar havalarında...
Beynim, işin  sorumluluğunda fırtınalara dayanmakta...
Kalbim, annelik ve eş olma sorumluluğuyla atmakta...
Ben hepsinin toplamıyım....
Dolu dolu geçen 39 senenin ardından tüm yaşadıklarımla 40'lı yaşlarımın ilk takvim gününü tükettim bile...

Bana ne katacak önümüzdeki 365 takvim yaprağı?...
Tüm yaprakları dökecek nefesim var mı hanemde? Bilmiyorum...
Kader bana hangi tebessümleri hangi kahkahaları, hangi alkışlar getirecek?  Bilmiyorum...
Benim payıma ne kadar gözyaşı düşecek, nelere ruhum ezilecek, hayatıma kimler girecek, kimlerle yolum ayrılacak?  Bilmiyorum...
Lakin zamanı yavaşlatarak, daha derin nefes alarak yaşamayı istediğimi biliyorum:)

7 takvim yılı yaşında bir evlat, konuşurken bana 20 yaşındaki beni hatırlatsa da  hala sıkıştırıp öpme gücümü kullandığım aramızda kalsın... Oyuncak için para biriktirdiği kumbarasını babasına verip bana "mor menekşe" alan okyanus gözlüm benim şu dünyaya yapabileceğim en büyük iyiliğimdir...

"Gözümün nurum" dediğim can yoldaşımın papatyalarla alınacak nice nefeslere yarenlik etme sözü bana bu dünyanın verebileceği en büyük hediyedir....

Alıp verdiğim her nefes için, sahip olduğum her şey için Yaradan'ıma sonsuz şükürler olsun...

Ailem, dostlarım, düşmanlarım,sevenlerim, sevmeyenlerim ve beni ben yapan yaşadığım her şey.... Yaşadığım bir acı eksik kalsa yine ben olmazdım...

Hepiniz iyi ki varsınız..:)

5 Eylül 2016 Pazartesi

YENİDOĞAN DOKTORU OLMAK...

Hani yerin ayaklarınızın altından kaydığını hissettiğiniz zamanlar olur ya...
İçiniz ezilir de elinizdeki en değerlinize sarılma ihtiyacı dayanılmaz bir hal alır...

Kelimeler anlamsızlaşır..

 Boğazınıza bir yumruk dayanır da nefesiniz kesilir...
Tam da isyan çizgisi üzerinde tüm sessizliğinizle, avazınız çıktığı kadar susarsınız...
İşte tam öyleyim şimdi...


Yaklaşık 7 yıl öncesi bir hastane odasında bana yaşatılan tarifsiz acının benzerini yaşayan, canımın içi arkadaşıma yardım edememenin; edemeyecek oluşumun sancısı ile susuyorum...

9 aylık heyecanlı bekleyiş bazılarımız için genele göre kat be kat zordur..
Her gün iğnesi; hamilelik diyeti, şekeri, tansiyonu derken; avuç dolusu ilaç ile bu süreci yaşamak öyle her babayiğidin harcı değil yani...
Hele doğum sonrası canınızın bir yarısını, 9 ay kalbinize ortaklık etmiş atan bir yüreği, saramadan bırakmayı düşünmek bile acıtır...

Her ne kadar "meslek hassasiyeti" diyerek doğruları anlatmak bile olsa görevi, "her şeye hazırlıklı olun, çocukların bünyesi bu durumu her zaman atlatamayabilir" diyecek kadar kalpsiz ve ruhsuz doktorlardan korusun rabbim tüm anne adaylarını...

Elbet biliyoruz ki "mallarımız da çocuklarımız da bize emanettir, hiçbir zaman sahibi olamayacağımız emanetler".... Lakin kaybetmeden kaybetme acısını yaşattırmak olmamalı hiç bir görevin karşılığı...
Lütfen lohusa-anne psikolojisine daha duyarlı bir eğitimden geçsin yeni doğan doktorları...

Yaptıkları, doktorlarımız için çok sıradan olabilir ama anne için dünyayı buzdan bir küreye çevirecek kadar kırılganlaştırabilir...


Rabbim kimseye yaşadıklarını aratacak acılarla imtihan etmesin...

28 Ağustos 2016 Pazar

GÜÇLÜ OLMAK İÇİN ÇOK NEDENİMİZ VAR...

Ne çok zaman geçmiş...
Geçen zaman ne çok yormuş... yıpratmış... ağlatmış...

Mutlu olmayı ne çok unutturmuş bize..
Gelen her haber ruhumuzun renklerini griye dönüştürmiş...

************

Alper'in bademcik ameliyatı olması artık kaçınılmaz bir hal alınca, "okullar açılmadan yapmakta fayda var" diyen doktorumuzla  tarihi belirledik.. 22.08.2016...

Pek çok insan için haftanın ilk günü olması dışında özel bir anlam taşımayan gün benim için bitmek bilmez dakikalara gebe olacaktı..

Sabah; güle oynaya, alınacak oyuncağın istişareleri ile kahkahalarla varılan hastanede gerilen ruhlarımız; Alperin "korkuyorum beni bırakmayın" çığlıkları ile ezildikçe ezildi..."HİÇ"liğin kıyılarında geçti tüm bekleme süresi...

Eğer ilk operasyon değilse çocuğunuzun  geçireceği, hazırlanan numaraları yutmuyor... Biliyor yaşayacağını, narkoz sonrası hissedeceklerini..Siz de biliyorsunuz o acıları kendi hanenize yazamayacağınızı... Sizin HİÇ bir şey yapamayacağınızı... HİÇ bir şeyin anlamının kalmayacağını...

Saniyelerin ne kadar uzun olduğunu hissedeceğinizi...Biliyorsunuz... payınıza düşenleri yaşamaktan başka çarenizin olmadığını da bildiğiniz gibi..
*******

Hayatımızda kaç kere HİÇlik noktasına geldiğimizi hatırlamayız. Hissettiğimizden başka her şeyin ne kadar BOŞ olduğunu görürüz. Sevdiklerinizin canı yandığında hele... dünya bizim dışımızda döner sanki...

Aslında hiçlikten gelen boşluktur hissettiğimizin tek tanımı..

 ***
Oğluma kitap okumasını söylerken yanıma alıp sıkıştırıyor, kocaman sarılıp kokusunu içime çekiyorum....

Bir an olsun aklımdan çıkmayan;
Bir şehit annesinin gözyaşlarındaki acıyı...
Bir evladın, bir tabut ardından bakışındaki yükü...
Bir babanın, Fatiha sırasında, torununa sarılırken ki gücü...

 HİÇliğin boşluğunu bir ömür yaşayan-yaşayacak insanların yanında hissedebildiğim sonsuz minnet duygusu...

O vakit; zaman bir olma, birlik olma, çok çalışma, geçmişi unutmadan geleceği inşa edecek gücü ortaya çıkartma vakti...

Borcumuz giderek kabarıyor a dostlar...
Bizlere emanet edilen evlatlar için, analar için, babalar için;
çalışıp üretip  GÜÇLÜ olmak için her zamankinden çok nedenimiz var...







23 Temmuz 2016 Cumartesi

BUGÜNLER DE GEÇECEK...

-Anne sana çok ilginç bir şey söyleyeyim mi?
-?!!
-Askerler kendi arkadaşlarına sıkıyormuş, çok komik değil mi?... Bizim oyunlarımızda böyle yapanları oyundan atıyoruz..

*

Ne diyebilirim ki...
Uzak tutmaya çalışsam da kaç gündür gece yarılarından önce yatmıyor... Belli var bir şeyler, herkesteki tedirginlik yansıyor işte... Çizgi film idi tablet idi ayırıcı olamadı gerçeklerden...
Arkadaşlarıyla böyle çözümlemiş olanları.. Kendi cevaplarını buldu ya, artık yaşananlar komik bir oyun Onun hayatında...  Bunlar oyundan atılacak ve oyun yeniden kurulacak...

************************
-Anne bak, yeni oyuncaklarım savaşıyor.
- Hmmm kim kazanacak?
-Henüz karar vermedim, biraz eğleneyim... Ben kim istersem o kazanacak tabii ki...

*

Oyunu kurup ellerini ovuşturarak ülkemi seyredenleri düşündüm birden... Göz yaşlarım içime aktı...

Sadece anneyim...
Bizim neslin elinden alınan yıllar, çocuklarımızdan alınmasın diye tüm duam...
Dünyada kendi ülkesine hayır getirmiş bir darbe örneği yoktur ...
Zaman; birlik zamanı
Bir olma zamanı...
Zaman; düşüncelerine göre değil, masumiyetine göre insanları sınıflandırma zamanı...
Zaman; gelecek güzel günleri planlayarak, daha çok çalışarak mutlu olma zamanı...

Çocuklarımız için ve kendi sağlığımız için buna he zamankinden daha çok ihtiyacımız var...

19 Mayıs 2016 Perşembe

19 MAYIS VE GENÇLİK...


Gençlik nedir?
 
Alper'in ısrarlı sorularından biri bu sıralar...
Okuldaki 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kutlamalarından, evdeki bayram köşesi hazırlıklarımızdan, bayram planlarımızdan...Aklında kalan, Gençlik ve Spor Bayramı... 

Gençlik;
Hareket etmeye gücü olan,
Değişikliklerden korkmayan,
Yeni başlangıçlara açık olan,
Daha iyisi için var olanı noktalamaktan korkmayan,



 Gençlik;
Aklını kullanabilen,
Kolay yorulmayan,
Zamanını planlayabilen,
Çalışmaktan yılmayan,
Başarısızlıkla pes etmeyen,

Gençlik;
Sevmenin hakkını veren,
Ana, bacı, evlat, vatan, insan değeri bilen, 
Sevdiğini esirgemeden gösterebilendir dedim..

Gençlik; kas gücünü kullanırken cimri, şefkatini gösterirken cömert olandır dedim...


İçindeki vatan millet sevgisini hiçbir dünya malına değişmeyecek kadar tarih bilincine sahip olandır dedim..

Aslında ben ne dersem diyeyim, büyüdükçe kendi "gençlik" tanımını yapacaktır elbet...
 
Benden hep genç kalmamı, yaşlanmamamı isteyen oğluma sözümdür "ölene kadar üretecek güce sahip olmak için çalışacağım...40'ıma merdiven dayadığım bu günlerde yeni başlangıçlara yelken açmaktan da korkmuyorum..."


Yüreğinde gençlik ruhunu taşıyan, Türkiyeli olmayı iliklerine kadar hisseden tüm dostların yaşlanmaması dileği ile 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı'mız kutlu olsun.

8 Mayıs 2016 Pazar

ANNE GÜNÜ...

Kaç zamandır, mutlu konular bulamıyorum...
Yine kendi Miracımı yaşamaya döndüm  içime...

Bugün oğlumun yazdığı mektubunun sonunu okurken kilitlendim..:)
"..Seni sevmiyorum... seni ÇOK seviyorum anne" diyor ..
Yapacak çok şey var demek ki... Mutlu olacak daha çok neden bulmak gerekiyor...

Evet acılarımız hala sessiz çığlıklar gibi yüreğimizde...
Suriye'deki annelerin gözyaşı..
Arakandaki feryatlar..
Avrupa şehirlerinin ara mahalle sokaklarındaki annelerin korkuları...
Irakta barışı tecelli ettirme gayretinde olan güçlerin altında ezilen masumiyet!!!!
Türkmen dağlarının yanlızlığı...
Kilis mutfaklarının büyük sessizliği...
İnsanlığın büyük sınavının yüklendiği ANNE yürekleri... Yine... Yine... Yine...

Lakin kendi küçük dünyamızda kendi mutluluklarımıza sırt dönme lüksümüz yok işte..

Gözlerinize değen minik kalplere sevgi pompalamak anne olmak...
Ev olmak demek anne olmak..
Çocukların dönebileceği, sığınabileceği, güven içinde nefes alabilecekleri yuva olmak demek anne olmak...
İlk kalp atışını duyduğumuzda bedenimizin aldığı haldir "anne olmak"...
Bize ait olmayan, lakin bizimle olan minik bir kalbe "ev olmak"...

Ben de sanırım, her anneler gününde biraz hayatıma yabancılaşıyorum...
Bir kalbe "ev" olurken... kendi evine hasret kalmak..Anneyi özlemek..

Zordur evsiz kalmak... Üşür insan...
Yaşıyorken sıcak bir sesin kıymetini bilmek için vesile bugün..
Çocuğumuza sarılmak için bulabileceğimiz milyarlarca nedenden biri bugün..

Annelerin kıymetinin bilineceği 365 günden biri olsun bugün..

Evinizde huzurla yaşanması duası ile...



 



1 Nisan 2016 Cuma

DİNAZORLAR VE ROBOTLAR..

Ani -yoğun-  duygu değişimleri insanda "şok etkisi" yapar. Farklılıklar her hücrede dalga dalga şekillenir...
Uzaklar yakın olur, uzunlar kısa, parlaklar mat...

iyilik ve kötülüğün sınırlarının belirsizleştirilmeye çalışıldığı günler yaşıyoruz... Siyah ve beyaz gride tekleşiyorlar sanki...:(

Ben salt iyiliğe de salt kötülüğe de inanmam... Bireysel çıkarlar bile, madalyonun bir tarafında minik haklılık kırıntıları ile anlatılabilir.. Önemli olan doğruların örtüşme oranıdır.. Yani doğrularınızın örtüştüğü kadar iyidir karşınızdaki kişi - olay - oluşum - hareket...

Benim hayal gücümü oğlum etkiliyor... Komplo teorileri daha bir anlamlı gelmeye başlıyor O'nun penceresinden bakınca... Sinema bileti sırasında bir robottan bilet almak için bekleyen dinozorların resmini çiziyoruz... Pek çok resminde insan yok... Kitlesel olarak ülke üstü bir grup tarafından başlatılan olayları yaşıyor ve konuşuyoruz gibi geliyor..Pek çok kişinin "üst akıl" dediği bu olsa gerek.. Satrançta tarafları belirleyen GÜÇ..
Tek amaç Dünyanın tek merkezcil yönetim şekli için insan sayısını azaltarak yapay zekanın önünü açmak...Zaten başlamış olan 3. Dünya Savaşı sonrası robotları denemek için harika bir ortam olacak ve "belki de bulunan ama açıklamak için zaman beklenen" yeni gezegenler için uzay çağının önü açılacak... Bana hiç imkansız gelmiyor.. Dünya bir gün bitecek madem  bir üst yönetim ile mutantlarla evrilen birkaç ırk ile yol almak, azalan kaynaklar için daha uzun süre bir ömür verir...
Eee ne diyor Kuran-ı Kerim "Göğü, kitap dürer gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi, katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu biz bunları yaparız. (ENBİYA/104)"



1 Mart 2016 Salı

ÖZCAN TAHTAKIRAN'A

Bir yıldız kaydı gökyüzünden...

Dünyaya saygıyı, değeri, keyifle iş yapmayı, kıymet bilmeyi anlatan bir ömür hediye etti...
Böyle insanlar veda etmez,  gök kubbeden tebessümle geçer...

İnsanlar iki kere ölürler, biri son nefesini verdiğinde; diğeri son tanıyanı  son nefesini verdiğinde....Bursa'yı, kurtuluşu 11 Eylül ile, bilen her insan bilir Özcan Tahtakıran'ı... Özcan Tahtakıran'ı  tanıyanlar da unutamaz Mustafa Tahtakıran'ı..

Kaç insan, bir müzeyi dolduracak, nefes aldıracak anıları saklar ki....
Kaç insan, bir şehri yaşanmışlıklarına, özverilerine, kendine hayran bırakabilir ki...
Kaç insan, mütevaziliğin sınırlarını bu denli zorlayabilir ki...
Kaç insan babasının hayallerini bu denli savunur, sahiplenir, vazgeçmeden uğruna savaşır ve ölümsüzleştirebilir ki..




Ne mutlu Bursa'dan geçen gönlü vatan sevgisi ile dopdolu bu büyük insanı tanıyabilmiş olanlara...
Ne mutlu hayatta her zorluğu yaşayıp mutlu olmayı seçebilen gönülle, iki lafın belini kırabilme fırsatı yakalayabilenlere...
Ne mutlu yaşarken kıymetini bilip anıları ile hem-hal olabilenlere...
Ne mutlu Bursa Kılıç-Kalkan Müze Evine gidip Bursa'nın tarihini soluyabilenlere...

Keşke demeyeceğim dedim ama; keşke daha çok zamanınıza ortak olabilseydim ÖZCAN ABİ...

Sizi anlatmak kelimelere sığmaz ki...
Zerafetiniz, kıymeti anlamında gizli hediyeleriniz, Türk olmanın gururunu hissettirdiğiniz anılarınız...
Müze-ev çalışmalarında bile bitmeyen bir hikayenin gözlerinizdeki ışıltısı ...
Anılarınızı, kıskandıracak derecede, canlı yaşıyor-yaşatabiliyor olmanız...

Sizi anlatmak mümkün değil ki..
Ne mutlu bana....
Zamanlarımızın kesiştiği insanlardan ömrüme iz bırakanlardansınız...
İyi ki vardınız:(((

28 Şubat 2016 Pazar

ÇOCUKLARIMIZA ÇİZDİĞİMİZ DÜNYA...

Çocuklarımızın çocuk olması gerektiğini, unutur olduk...

O kadar 3. sayfa haberlerine maruz kaldı ki bizim nesil, çocuklarımızı sarıp sarmalayarak koruyabileceğimize inandık...
Mahalle hayatlarını bırakıp site hayatlarını tercih eder olduk.
Güvenlik görevlilerinin beklediği giriş-çıkış kapıları ile hayatı farklı olanlarla ilk ayrışmalarına imza attık..."İnsan olan her can değerlidir" değil de "Sen daha değerlisin" dedik.

Önce beynimizde ayrıştırılmamıza izin verdik... Sonra çocuklarımızı BİZ ayrıştırmaya başladık...
Okula servisle gitmelerinin daha "güvenli" kabul ettik... Okul yolu eğlencelerini aldık ellerinden..

Sosyal-ekonomil denklik diye bir kavramı öyle içselleştirdik ki, çocuklarımız için dünya sınırlarını daraltmış olduk... Yani onlara sağladığımız " kaygılarla örülü, sözde güvenli, sözde özgür dünyanın" vazgeçilmez olduğunu kabul ettik, ettirttik...

"Herkesin tableti var" savunmaları ile ağlamalı talepleri biz yarattık.

Kurslar arasında koşturmalarla sokaklarda oyun haklarını ellerinden aldık..
Ya sanal toplara vuruyorlar ya da top oynayan karakterleri "tuşlarla" kontrol ediyorlar... Fark etmeden yaptığımız en büyük kötülüklerden biridir çocuklarımıza...  içten içe "piyon" olmayı; birilerinin kurguladığı oyunda karakter olmayı öğretiyoruz..

Tam gün "özel" okullarda müşteri yaptık çocuklarımızı.. Sipariş üzeri eğitimlerin yeterli olacağına inandık..
Okul duvarlarında "burada balıklara uçma, kuşlara yüzme öğretilmez"  yazılmasını sağlayacak öğretmenler yetiştiremedik!!!
Eğitimin anlamı ile öğretimin anlamını karıştırdık.. Öğretmenlerimiz bile atlar oldu bu detayı...

Her çocuğun bilim adamı olması gerekmediğini söyleyen okulları tercih ederken;  maksimum akademik başarıyı da arıyoruz..."Körlerle sağırlar birbirini ağırlar" oynuyoruz çocuklarımız üzerinden...
Veliler "kör" olup okulun ifadeleri ile yetiniyor, çocuktaki değişimi "sendromlarla, ergenlik teorileri" ile açıklıyor;
Okul yönetimi sağır olup çocukların çığlıklarını duymuyor...
Her şeye rağmen; öğrenci - veli- öğretmen sacayağı sistemine de toz kondurulmuyor...

Biz kendi hayatımıza  "..mış gibi" devam ederek çocuklarımıza karşı sorumluluklarımızdan kendimizi sıyırdığımızı farkına hala varamıyoruz...
Eğitimlerinden  parayla tutulan bakıcıları dadıları sorumlu tutuyoruz;
Öğretimlerinden; sorumluluk geliştirme-öğrenmeyi öğrenebilme yeterliliklerinden; okulları sorumlu tutyoruz.

Aldığımız çantanın markası, giydiğimiz montun bedeli gibi davranıyoruz çocuğun eğitimine yatırılan paraya...
Şarlatan okulların yayılmasını destekliyoruz  böylece...
Eşitliği, insan haklarının evrenselliğini anlatıyoruz, eşit yaşam hakkı vermediğimiz çocuklarımıza...

Ailede temellenen "eğitimi" okulda temellenmesi gereken "öğretim" ile karıştırıyoruz...
Veli topu öğretmene, öğretmen topu veliye atarken arada kalan çocuk, hayatı "şıklardan" ibaret sayıyor...

Oysa tüm çocuklar, gerçek dünyada kendi yüklerini sırtlandıklarında  doğru kararları verebilecekleri bir çocukluk yaşamalı...
Okulları ister özel olsun ister devlet okulu olsun; gözlerimiz çocukların üzerinde olmalı..

Biliyoruz ki karşılaşacakları hiçbir sorun, seçenekleri ile karşılarına çıkmayacak.. Sorunları tanımlamayı ne kadar doğru yaparlarsa o kadar doğru sorular soracaklar... Doğru sorular da doğru cevapları getirecek...

Sahi öyle değil mi hayat...?




20 Şubat 2016 Cumartesi

ZAMANI SAHİBİNE BIRAKMAK...

Ne çok üzüldüm, ne çok ağlar oldum şu günlerde...
Her ateş birer parça düşmedi mi evlerimize, yüreklerimize...
Bugün oğlumun, "bana yardım eder misin anne" sözü ile tarifsiz bir tokat yedim kendimden...

Sen kimsin ki; her şeyi biliyormuş gibi zamanı yargılıyorsun...
Sen kimsin ki zamanı senin şekillendirebileceğine itimat ediyorsun..
Sen kimsin ki, ilahi adaletin üzerinde güç olabileceğini düşünüyorsun...
Sen kimsin ki "geç kalındı" diyorsun...

Sormazlar mı neye göre "geç"...

Neye göre "her şey bitti".. Kim için "her şey bitti"...

Bir meteora bakmadı mı dinozorların dönemini noktalamak?...

Bir deprem, bir tsunami...
Bir afet yetmez mi senin "güç" dediğin odakları noktalamaya?..

Sonsuzlukta güneş "nokta" gibi görünüyorken, varlığı göz ardı edilebilen Dünya gezegeninde sen nesin ki..
Bu ümitsizlik, bu korku, bu kabul ediş... Bu boyun eğiş kime...!!!

Yok öyle karalar bağlamak...
Yok öyle kafayı eller arasına alıp kalan nefesimizin hesabını vermemek..

Giden kahramanların her memleket sevdalısı üzerine hakkı varken, yok öyle susmak...

Zaman daha çok varlık gösterme zamanı...
Zaman, devletimizi bize emanet eden atalarımıza karşı hesap verme zamanı..
Zaman, öksüz bıraktıkları evlatlarına "özgür" yarınlar bırakabilmek için şehitlerimizden  görevi devralma zamanı...

Yok öyle "oy vermekten başka ne gelir elden" diyerek pembe dizi deryasında kaybolmak...

Topyekûn hazırlayacağız kendimizi olası "en kötüye" ve topyekûn "en iyi" olan için göklerden gelecek karara "amin" diyeceğiz...

Neyin neye vesile olacağını bilemeyiz...
İnanalım ki, Cumhuriyet tarihi boyunca içimizde yeşeren ayrık otlarının temizlenme şansını yakaladık..
İnanalım ki; çocuklarımıza daha özgür ve tam bağımsız bir ülke bırakabilmek için "başarı", ile tamamlamamız gereken bir süreç yaşıyoruz...


İlk adım;
Asla iyiyi düşünmekten vaz geçmiyoruz..
Çocuklarımızdan vazgeçmiyoruz.. Onları vaktinden önce"bizsiz" bırakmıyoruz..
Her anın hakkını vererek yaşıyoruz...
Daha çok çalışıyoruz.. Daha çok değer katıyoruz yaptığımız işe....
Bağımlı olmadan üretebilmek adına tüm zorlukları yenebilmek için muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur....


İkinci adım:
"Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.."
mısralarının anlamına varana kadar, ruhumuza işleyene kadar okuyoruz...
Korkmadan, hissederek, inanarak okuyoruz...

 "İhtiyacımız olan tek şey daha çok çalışmaktır" diyen Mustafa Kemal'i hissetmek için  yüzümüzü dünya gerçeklerine dönüyoruz...
"Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım" diye çığlık çığlığa tüm zalimlere korkmadan meydan okuyoruz...

Üçüncü adım:
Tarihimize sahip çıkıyoruz, çocuklarımıza daha çok anlatıyoruz..
Çok yönlü okuyoruz...
Kendi var oluş nedenimizi bulana kadar okuyoruz...
İyilik yapmaktan vazgeçmiyoruz... Kötülüğün ilerlemesine kendi çevremizden başlayarak engel oluyoruz. Önce biz samimi oluyoruz kendimize karşı..
"Ya Resulullah kötülük yapan kötülüğünden usanmıyorsa, ben iyilik yapmaktan niye usanayım ki" diyen Hz. Ali'yi anlamaya çalışıyoruz...

Lafımın özü;
Zaman silkelenme zamanı...
Üzerine örtü çekilmiş gibi bizden uzak tutulan ilahi kitabımızla Yaradan'ın sözleriyle kendi yaşam felsefemizi aydınlatma zamanı gelmiştir..
En'am Süresi 73. ayet: Gizliyi açığı bilendir ve O, hikmet sahibidir; her şeyden haberdardır."
Ahzap Süresi 3. Ayet: "Allah'a güven. Vekil olarak Allah yeter."
Duha Süresi 3. Ayet: "Rabb'in seni terk etmedi ve darılmadı."

Yaradan'a güvenip yatmaktan bahsetmiyorum elbette.. Böyle yapanların sayesinde, hoşgörü dininin, "dine uzak tutulanların zihninde" ne hale getirildiğine şahidiz..

Al-i İmran Süresi 139. Ayet: " Gevşeklik göstermeyin, üzülmeyin. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz."...

Umudunuz ve inancınızla Kalın...



25 Ocak 2016 Pazartesi

İNSANLIĞIN KARNESİ...

Ocak 2016...

Ne bahtsız bir tarih...

Bugün;  mutsuzlukla, korkuyla, başarısız hissetme ile ilgili yazı yazmak istedim...
Belki karne dönemindendir, kim bilir:) İnsanlığın karnesinin bugünkü hali üzerine biraz yakalım beynimizi...

Kimse gerçek bir mutluluktan söz edemiyor... Gerçek bir tepki yumağı oluşamıyor...
Bu tepkisizliğin yoğunluğu iki senaryo verebilir:

Birinci Senaryo:
Dünyanın geleceğini kendi ölümsüzlükleri üzerine kuranların; "globalizm" ayağına insanlarla ezberlettiği "hedef dünya insanı"  grubuna uymayanlar ayıklanır ve yok edilir..

Yaşananlar, bu sonucun esas planlanan olduğu konusunda haklılık payesi veriyor. Maalesef bu süreç beklediğimden de hızlı ilerliyor...  Okuduysanız "mülteci çocuk kıyafeti" diye bir mantığın insanlara kabul ettirtilmeye çalışıldığını hissedersiniz..(http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/01/160124_italya_multeci)


 Nabız ölçmek gibi... Acı olan bu durum kimsenin tüylerini diken diken edip "bu ne saçmalık" dememesi...

Bu yok ediş; gerçek anlamda bir nüfus eksilmesi sağlayacak kitlesel ölüm getireceği gibi; karanlık dönemin "köle-efendi" sistemini de hortlatacaktır... "Zaten hortlamadı mı?" diye soruyorsunuz değil mi... Eh ne diyelim...Yaşlı nüfus sorununa "güçlü-değersiz" insan gücü çözümü de bugün yaşananları planlayanların çıkış yollarından biriymiş gibi görünüyor...
"değerli insanların" ihtiyaç duyduğu organları yaşatmaktan başka amacı olmayan nefesler ...
"değerli insanların" ihtiyaç duyduğu  cinsel hazzı sağlamak için, bir yerlerde birilerinin doğurduğu küçük bedenler...
"değerli insanların" ihtiyaç duyduğu ordularda mermi yiyecek, tetik çekecek, bombaların -kimyasal silahların üzerinde deneneceği "değersiz bedenler...
Böyle düşünmek içimi acıtıyor...
Korkuyla titreyen; soğukta, "neden" diye sorduğu sorulara cevap alamayan minik insan yavrularının çaresizliği çıldırtmıyorsa insanlığı,  o karne sınıfta... pardon, dünyada kalır...Bu dünya bu utançla hep dönem tekrar eder durur..

İkinci Senaryo:
İnsanlık,dünyanın  hak ettiği uyanış ile silkelenir ve oyunu bozar...
...........................
5 gündür oğlum ateşi ile boğuşuyor. Halsiz ve yorgun haline rağmen sırf karne için kalkıp okula gitti. Karnesini aldığında biiz anne-baba daha heyecanlı idik. Yorgunluğunu karne hediyesi ile bastırsa da bitkindi, kendi gibi gülümseyemedi bile kameralara...
...............................


İşte, insanlık da tüm aldığı darbelere karşı silkelenir, "beyin esaretinden" çıkabilirse; yeni dönem "Fransız İhtilali başlatabilir...
Bu silkelenme dünyanın neresinde patlak verir bilemiyorum ama kastım memleketimin doğusunda yaşanan terörizm gibi kışkırtılmış talep-saldırı olayları değil...Orada yaşananlar beyinleri programlayan kesimlerin oyunlarının birer parçası...

Karne bu dönem her açıdan kırıklarla dolu...
Umarım önümüzdeki dönem insanlık dünyada kalmaz....!

Umutla ve sevgi ile kalın...