Translate

30 Ekim 2014 Perşembe

ABLASI OLMALI İNSANIN..

Ablası olan insan şanslıdır...

Ben iki abla ile katmerli şanslı olanlardanım:)

Çocukluğumda hiç arkadaş sorunum olmadı..
Hiç "sırdaş" eksiği çekmedim...
Hiç çaresiz kalmadım...
Hep nazlanacak birileri vardı etrafımda..

Çamaşırların elde yıkandığı dönemde, bana sadece çoraplar düşerdi ve çamaşır günlerini hep muhabbetinden ötürü keyifli hatırlarım...

Yemek yapmak evdeyken sadece eğlence idi,  evlenince işler değişti:)..

Ev temizliğinde sadece toz alırdım... Ablamlar kalan tüm işleri halleder, kalan zamanlarda da nazımı çekerlerdi.

İnsanın ablası olması harika bir şey...

Bilirsin ki seni kendinden önce düşünür....
Bilirsin ki, taleplerine evet demek için her yolu senden önce dener
Bilirsin ki, onların olan her şey bir parça senindir...

İnsanın ablası olması harika birşey...

Evlenmelerine en çok küçük kız kardeş arıza çıkartır, başkalarını daha çok sevecek diye...
Odasını alma ihtimali bile mutlu etmez eğer akşamları evde olmayacaksa...

Büyüyünce de insanın ablası olması güzel bir şey..
Kocaman insanlar olsak da ablanın yanında hep küçük şımarık kız kardeş olma hakkı saklıdır...
Evlilik terapisti gibi olurlar, çünkü bilirsin ki mutlu olman için herkesten çok tarafsız olurlar...
Çocuğunun teyzesi olur ve bilirsin ki sana bir şey olursa bile, çocuğun hep emin ellerde olur
Acımasızca eleştirse de, ablaları haklı çıkartmak hep çok kolaydır. Bilirsin ki önemli olan niyettir ve ablalar hep senden yana yontarlar...


Fark Ediş:
Teyze anne yarısı ise abla annenin kendisidir... Hiç kızmaz, küsmez gibi gelir... Sevgisi sonsuz gibi gelir... Çünkü öyledir..
 Abla olmak ne kadar zorsa küçük kız kardeş olmak o kadar güçlü kılar insanı...

Dünya ablalar günü olsa 31 Ekim olsun derim:)))
Yüzünü düşününce, sesini duyunca bile size kendinizi iyi hissettirecek ablası olan şanslı insanlar, bir bardak çay ya da bir fincan kahve için nedene ihtiyacınız olmadığını hatırlatırım. Benden söylemesi:))








ÇOCUĞA ÖLÜMÜ ANLATMAK

Zaman....
Hayat....
Ömür...
Varlık-yokluk....

Almamıza izin verilen sayıda  nefesimiz var... Bir ezan ile başlayıp selamız verilene kadar yer kaplayacağız bu Dünyada...

Yok öyle karamsar bir yazı değil asmayın yüzünüzü:) Bunlar hep bildiğimiz ama kendimizi soyutlamak için çalıştığımız varoluşun gerçeği... Ne ırktan ırka değişiyor ne de coğrafyaya bağlı... nedenleri tartışsak da herkes kendi "nedenini bekliyor değil mi?...

Dualarımızda ölümün de hayırlısını dilemek gerek.  Geride bırakacağımız her canlıyı zamandan bağımsız  hazırlamak gerek..Çocuklara ölümü anlatmanın ne büyük bir sorumluluk olduğunu daha yeni yeni anlıyorum.

Oğluma herşeyin bir ömrü olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Bu sıralar öyle çok yapıyoruz ki bunun gibi benzer konuşmaları...

- Anne doğum günün çok güzeldi.
- Teşekkürler tatlım, beraber kutlayabildiğimiz için çok mutluyum.
- Dedem neden ömrünü tamamlamıştı?
- Daha önce de konuştuğumuz gibi, kalbi çok yorulmuş ve dinlenmek istemiş.
- Peki hala aynı evinde mi?
- Ömrünü tamamlayan insanların evleri değişmez ki canım.
-Ama toprağın altındaki kapıdan diğer zamandaki evlerine gidiyorlar ya, başka evlere kapı açılamaz mı?
- Bilmem bunun cevabını ömrümüzü tamamlamadan veremeyiz değil mi:)..





Gülümsemeye çalışıyorum ama nasıl can acıtan bir konuşmadır bu anlatamam... Konuyu değiştirmek ve renk vermemek için çalışsam da  her an daha bir zorlaşır bu konuşmayı sürdürmek...
Hep de babama ihtiyaç duyduğum zamanları seçer paşam... ya da her sorduğunda duyduğum özlem patlayıverir....

Fark Ediş: 5 yaş çok sıkıntılı bir yaş ve soruları çok zor...

Tıkandığımda ise kollarını kavuşturup  :
- hıh cevap bile vermiyorsun... Babam da bazan böyle yapıyor.... Kime sormam gerek anlamıyorum.." Diyerek küsebiliyor... Büyüdüğünde anlayacak, verecek cevabım olmadığında çektiğim karın ağrılarını.. beni nasıl köşeye sıkıştırdığını...

Bu sıralar en çokAllah'ı merak ediyoruz.. Kabul ediyorum kopya çektiğim çok kitabım var:)

-Anne Allah sadece Dünyayı mı yaratmış?
- Hayır oğlum, Allah uzayda bildiğimiz ve bilmediğimiz ne varsa hepsini yaratmış.
- yani kosmozda seyrettiğimiz gibi mi... ( belgeselleri bizimle seyrederken birşey anlamadığını düşünmüştüm ama ne çok yanılıyor insan...:))
- Evet oğlum, bilmediğimiz farklı galaksiler de varsa onları da Allah yarattı. O herşeyin üstünde bir güç. Bu yüzden  O'na dua ediyoruz...
- Hmmm peki bu kadar çok alan varsa nasıl tek tek hepimizi duysun ki?
- Tahmin edemeyeceğimiz kadar büyük bir güç çünkü:)
-İstersen büyüdüğünde bu konuları araştıran bir bilim adamı olabilir ve senden sonra gelecek çocuklara verilecek cevaplar bulabilirsin.
-Evet hayalet yıldızlar gibi.. (yıldızları, onlardan yansıyan ışıkların bize ulaşım süresi kadar sanal görürüz)
- iyi bir örnek...
-Ben itfaiyeci olacağım. Ama astronot da olabilirim..:)))

-Anne Allah'ın numarası ne kaç?
-????
-Ona söylemek istediklerim var. Aramalıyım...
-Oğlum ezan okunuyor ya, işte o Allahın bizi konuşmaya çağırmasıdır.
- Ama hep ezan okunuyor...
-Evet, demek ki söylemek istediğin herşeyi istediğin zaman söyleyebilirsin. Seni duyacağından emin olabilirsin.

En çok da geçenlerde zorladı beni.
-Anne kremini sürdün mü?
-Hayır neden?
-Lütfen yaşlı olma.. O yüzden de unutma olur mu? Sen de babam da yaşlı olmayın.... Sizin doğum gününüz de olmasın. Ömrünüzü tamamlarsanız ben ne yaparım???

Deyip ağlamaya başladı... Bıraksam ben de salya sümük ağlayacağım.... Kucağıma alıp banyoya gittik. Kremimizi sürdük. Daha uzun günlerimiz olduğunu anlatıp, okula gideceğini, askere gideceğini, evleneceğini, çocuklarını beraber seveceğimizi anlattım. En çok da "baba" olma fikrine kahkahalarl güldü...
 Tam herşey düzeldi derken,
-anne senin mezarından bizim eve de bir kapı açalım olmaz mı?... Ben büyüyünce bunun nasıl yapılacağını araştıracağım " dedi..

Mutsuz bir an bile geçirmeye hakkımızın olmadığını anlatmak için yazdım bu yazıyı... Her anımızı mutlu birer anı olarak çocuklarımızın beynine kazımalıyız. Malum kaç nefesimiz daha kaldı bilmiyoruz.




















 



















BİZ'CE CUMHURİYET

" Cumhuriyet hürriyet demek
  Cumhuriyet özgürce yaşamak "

Oğlum evde bu marşı söyleyerek ordan oraya koşuyor.
Okula gitmek için hazırlanıp evden çıkarken evin hangi bölgesini süsleyeceğimizin pazarlığını yapıyor benimle...
 "anne odam olmaz, herkesi odama çağıramam... Salon olmaz mı lütfennn..."

Evde süsleme yapmanın sonuçlarını bilen biri olarak kafamda kestirmeye çalışıyorum neler olabileceğini...Zaman kazanmak için kelimelerle oynarken babamızın gülümsemesine takılıyorum... Canım benim bilmiyor tabi başına gelecekleri..:)

Okulda Cumhuriyet Bayramı turu atacaklar... Keyifle el salladı bize, biz de başladık bayrak balon aramaya... Nihayet okulun birine yakın bir kırtasiyede her istediğimizi bulabileceğimizi düşünerek içeri girdim. Sıralı bayraklar, farklı ebatlarda bayrak posterler, kuş şeklinde kesilmiş süsler, bayrak baskılı balonlar.... Ne ararsan var gerçekten..
 Alışveriş esnasında kasadaki bayanla başladık muhabbete... Ben ümitlerimden bahsederken, ümitsizliği ile " yapamıyorsan karala"  felsefesine saplanmışlığı ile dehşete düştüm...

" Biz Türkler çok tembel bir milletiz..."
" Memleketi bu hale getirenler utansın..."
" Millet uzaya çıkıyor biz bu köşelerde ömür çürütüyoruz...."
" Bizden adam olmaz..."

Hepsi benim tam da damarıma basan, (bana göre) düşünülmeden söylenen, altı boş, ezberletilmiş kelimeler dizisi...

Hanımlık çizgimden kayıp kaynamaya başladım...

"Hanım hanım.. sen hangi millete tembel diyorsun da sonra "Ataturk'ün adını ağzına alıyorsun... Haksızlık değil mi bu sözlerin;  memleketi kurtarmak için, sen "özgür yaşa" diye yokluğun içinde savaşan ATANA..."

"hanım hanım... memleketi bu hale getiren kim... sen neredeydin...ne yaptın da  söyleniyorsun.. birileri gelsin yapsın diye beklediğin şey ne?.. uykunu, lüksünü, rahatını düşünmeyi bırakıp gireceksin siyasete, yerinde savaşacaksın "doğru olduğuna inandığın şey" için... Ama önce düşüneceksin, doğru dediğin kimin doğrusu diye, araştıracaksın, çalışacaksın, yorulacaksın.... konuya her açıdan bakmayı öğreneceksin?....!!!!"

"Hanım hanım....millet uzaya çıkarken, sen ATANI rahat bırakmaz onların yaptıkları ile avunursan, bilimi savunmazsan... daha çok ömür eskitirsin. Rabbim seni "neden yaratıldığını bul" diye yaratmış. Atan, "sen özgürce bayrağını dalgalandır, onurunla yaşa" diye hayatından vazgeçmiş... Sen kimsin ki gençliği yok sayarsın da değersizmiş gibi davranırsın.. Türkiye'ye yapılacak en büyük kötülüktür insanımızı "değersiz" görmek...

"Hanım hanım... herkes kendinden sorumlu.. Senden "adam" olur mu bilmem ama; benim, gençliğimizden de geleceğimizden de beklentilerim yüksek... Anneler, öğretmenler kendilerini bildikten sonra gelecek nesilin kendini bilmemesi mümkün mü?..." Atatürk'ü anlamak, felsefesini bilmek demek. Ne fotoğrafı, ne büstü, ne nasıl yaşadığı... Atatürkü anlamak için, ne düşündüğünü bilmek gerek. Anlamak gerek... Anlatmak gerek...

Fark Ediş: Ben oğluma temel şeyleri anlatmakla mükellefim.  Bunlar da, en değerli hazinesinin "özgürlük" olduğu ile başlar. Dünya tarihinde esaret altına girmemiş iki millet vardır. Bunlar Türkler ve İngilizlerdir... Hiç bir nesil yok ki senden üstün olsun... Türk olmak ayrıcalıklı doğmaktır... Doğduğu andan itibaren ihtiyaç duyacağı tek şey "çok çalışmaktır".. Çok Çalışmak... "Muhtaç olduğu kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur"..

Atatürkçü olmak, çığırtkanlık yapmak değildir, taraf olmak ve papağan gibi söylenenleri tekrar etmek değildir... söylediklerinin doğruluğunu araştırmış, inanmış bir  bağımsız düşünebilen olmaktır...
 Atatürkçü olmak kontrol edebilen olmaktır. Sürece hükmeden olabilmektir....

Akşam olmadan, evde Cumhuriyet köşemizi hazırladık. Bayraklarımızı astık, Alper'in şişirdiği balonlarımızı astık.  Üzerine resim yaptığı balonlarla, çizdiği barış resimleri ve kendi yaptığı bayrakları da eklediğimiz köşemiz, bence,  muhteşem oldu...

Köşenin önüne geçip  istiklal marşını okuması bana verebileceği en büyük hediye idi. 5. doğum gününe bir ay kalan oğlum, beni mutluluktan bir kez daha ağlattı.  https://www.facebook.com/video.php?v=10152955479649796

Mutluluktan ağlamak... Tüm özverilerinin karşılık bulduğu; vaz geçişlerinin, yaşadığın zorlukların anlamsız kaldığı an...
 Anne olmanın anlamını bulduğu an... Yarınlar için umutların tavan yaptığı an...

29 Ekim sabahı erkenden kalkıp, okulda törenimize katıldık. Coşkumuzu katladık... Gün boyunca kah konuştuk, kah oynadık, kah gezdik... her anı mutlu olduk... Akşam yemeğinden önce ailece pastamızı yaptık. Cumhuriyetimizin 91. yaş pastasını... "Nice Yıllara Türkiye'm"diyerek 91 mum niyetine,  üfledi oğlum mumlarını, ... Tabak tabak kesip, sitedeki arkadaşlarına dağıttık. Kapı kapı gezerek, bayramlarını kutladık ve pastamızı paylaştık...




Aslında, kapı kapı umutlarımızı paylaştık, coşkumuzu, heyecanımızı, kahkahalarımızı, BAYRAMIMIZI paylaştık...

Memleketimin tüm insanlarının, özgürce derin derin nefes almanın kıymetini bilmesi dileği ile Dünya döndükçe kutlanacak nice bayramlara Türkiyem...




























12 Ekim 2014 Pazar

ALPER’CE ATATÜRK VE CUMHURİYET


                                                                                                                                                                                           
Daha dün gibi...  Ne çabuk büyüdü… Büyüdü de, duyduklarını sorgulamaya başladı. Ebeveyn olmak için ne heyecanlıydık,  Onu öyle çok bekledik ve istedik ki “evlat” kelimesi en yoğun haliyle anlamını buldu…
Hastanede var olma mücadelesini verirken camın arkasından  “güçlü savaşçım” diye fısıldıyorduk Muzaffer Alper’imiz için.  Teyzesinin, sarı saçları maviş gözleri üzerinden “Atatürküm benim” ifadesi en derin sevgi ifademiz oldu. 
Her ulusal bayramda Atatürk’le ilgili soruları, bizi memnun eden ilgisi;  her geçen bayramda daha da yükselen bir grafik ile yoğunlaşıyor. 29 Ekim arifesinde, okulumuzun da programına paralel, artık sormayan bilgi veren Alper’imizin heyecanı takdire şayan.
Yolda, arabada, yemek yerken, resim yaparken, oyun oynarken kendiliğinden açılan konular, Atatürk’e bağlanıyor ve bizler de mutluluktan uçan ebeveynlere dönüyoruz.

Ödevimizi alınca, işin ciddiyeti açısından, karşımıza aldık ve sorumuzu sorduk:
- Hadi anlat bakalım; Atatürk hakkında, Cumhuriyet hakkında ne yazalım ödevine?
- Ben Atatürk’ü anlatmak zorunda değilim, çünkü ben Atatürk’üm. İlk Atatürk İstanbul Dolmabahçe Sarayında ömrünü tamamladı ve bizim kalbimizde yaşıyor. Yani ben de Atatürk’üm…
Uzunca bir süre nefes alamamış olmalıyım. . Öyle doğaldı ki…
Ezberletilmiş değil, dikte ettirilmiş değil, kendi beyninde çözümlediği süreçti bu… Vardığı nokta için bir ömür harcamaya değerdi bizim için…


Elimde kağıtla kalakaldığımı gören oğlum, arabasını halının üstünde sürerken devam etti:
- Annesi Zübeyde Hanım, babası Ali Rıza Bey,  kardeşi Makbule Hanım. Selanik diye bir yerde doğdu. Evinin fotoğrafını gördüm.  Çok zeki bir öğrenci idi... Anne biliyor musun yedi yaşında iken babası ömrünü tamamlamış.  Çok üzülmüş olmalı…
Ölüm, sonsuzluk kavramları üzerinde konuşuyor olsak da babayı kaybetme fikri Alper’i karıştırmış belli. Babamızdan hiç ayrılmak istemiyoruz bu günlerde..


- Düşmanlarımız ülkemize topraklarımızı almak için gelmişlerdi. Bizi köle yapmak ve çöle atmak istiyorlardı… Mustafa Kemal, arkadaşları ile birlikte kılıçları ile savaştı. Zeki ve güçlü idi. Herkes Onu çok seviyor ya inandılar.  Yurt demek… hmmm herşey demek… kadınlar, çocuklar, gençler herkes çok çalışmış ve düşmanları yenmişler.
- Cumhuriyet ne demek peki?
- Cumhuriyet, özgür olmak demek.  Güzel kıyafetler demek. Atatürk bizim kolay yazabilmemiz- okuyabilmemiz için her şeyi kolaylaştırdı. Şapkalarımız oldu. Anne biliyor musun, Atatürk bizi çok seviyor bize 23 Nisan Bayramını hediye etti.  Bizim kalbimizde yaşıyor ya “ çok çalışmamız gerektiğini söylüyor. Yoksa yine köle olabiliriz”…

Bizim artık söyleyecektek kelimemiz kalmamıştı. Oğlumuz büyüyor ve Atatürk'ün felsefesine sahip çıkacağına olan inancımız perçinleniyor. Aydınlatılmış yoldaki rehberi takip edeceğinden eminiz. 

Yarınları emanet edeceğimiz; iyi bir insan, iyi bir inanan, güçlü bir savaşçı, bilimden ayrılmayan bir Cumhuriyet neferi, bir doğa insanı olması için biz, okulumuzla birlikte, çalışmaya devam edeceğiz.



6 Ekim 2014 Pazartesi

KURBAN OLMAK...



Bayram hoş geldi sefa geldi...

Çocukluğumun bayramları gülümsetir beni. Ne kadar teşekkür etsem azdır bayramlarımı bayram yapan anılarıma...anılarımın ortaklarına.. aileme...

Çocukluğumda; baklavalar börekler, sarmalar lokumlar, kavurmalar ciğer soteler... Kızlar, annelerden yengelerden öğrendiği yemekleri yapmak için izin ister, masaya, kendi yaptıkları bir çeşit yemek koyabilmek için heyecanla hazırlıklara katılırdı... Öyle öğlen saatine kadar kimse uyumazdı:)

Bir hafta önce alınan kurbanlık ile aile bireyleri vakit geçirirdi. Evin bahçesinde beslenen hayvana hürmet gösterilirdi.
Çocuklar otunu, suyunu, tuzunu verir, nöbetleşe geceleri beklenirdi hayvan.. Muhabbet çok keyifli olurdu. Anneler, ablalar çaylarını keklerini eksik etmez, nöbetçiler kendilerini "değerli" hissederdi... Mahalle bakkalları sabaha kadar açık olurdu...

Etini yiyeceği hayvana itina etmenin sevabı arttıracağı anlatılırdı bizlere...Hayvanın nasıl incitilmeden gözünün bağlanacağı üzerine konuşulurdu. Tecrübeli abiler-ablalar, yeni heyecanlılara ballandıra ballandıra anlatırdı yaşadıklarını.

Bayramın ilk gününe kadar yapılan her şey heyecanı arttırırdı.
Arefe günü alınan kıyafetlerle "kurban edilmekten kurtulan biz çocuklar" şükran duygusu ile süslenirdi...
...................................

Bugünlerde, daha geniş coğrafyaları düşünüyoruz bayram günleri.. Ailelerimiz küçüldü...Çocukluk anılarımızın ortakları artık çok yakınımızda değil... Bahçelerimiz de yok, kurban ritüeline katılan abiler-ablalar da....
"Dünyada bu kadar göz yaşı, açlık varken elimin uzanamadığı yerlere bir nebze yağmur olsun kurbanım" diyenlerin sayısı artıyor...
 ...................

Bu günlerde de bayram sofrası özenle hazırlanmalı... Çocuklar,  hayatta olan tüm büyükleri ile, var olan kuzen-arkadaş çocukları ile zaman geçirme planları yapılarak baş köşede tutulmalı...

Küçülen kıyafetler özenle hazırlanıp, belediyelerin ilgili birimlerine, varsa muhtarlık üzerinden ihtiyaç sahibi ailelere minik hediyeler gibi paketlenip teslim edilmeli... Bunları çocuklarla yapmalı...

Çocuklara bayramlık oyuncaklar, mendil içi harçlıklar, çorap sepeti, şeker sepeti hazırlanmalı... kapınız ne kadar çok çalarsa o kadar mutlu olmalısınız... Çocuğunuz ne kadar çok şeker toplarsa o kadar keyif almış olmalı bayramlardan...

.......................

Dedelerden babalara aktarılan "kurban bayramı" felsefesi yaşanarak hissedilir.
İşin aslı sadece "et yemek" değil:
 Paylaşmak, mutluluğu arttırmak, şükretmek, gönül almak, barışmak,
" kurban olmak" erdemine varmak,..
İhtiyacı olan kadarla yetinmeyi bilmek...
Hiçbir şeyin  sahibi olamadığımızı anlamak... Öyle ya, aldığımız nefesi bile veriyorsak ne senin olabilir ki, hele ki bir can!!!
Çocukların anne babaya hediye olduğunu anlamak... Çocukların kıymetinin bilinmesi gereken bayramdır Kurban Bayramı..

Dini sevmek-sevdirmek, hoşgörüyü yaşama yaymak, aile olmanın bağlarını hissetmektir bayram...

Tatil zamanı değil...daha çok yorulma zamanıdır bayram, çocuklarla ilgilenme, onlarla vakit geçirmek için bahşedilmiş zamandır....

Farkediş: Bayram geleneğinin, yarınlarda da sürdürülebilmesi için; ince olmak, gerek... Çocukları heyecanlandırmak gerek... Büyük işler değil çocukluğumuza inip çocuklarımızla çocuk olabilmek gerek... Onlarla sadece konuşabilmenin yeterli olacağını bilmek gerek...

Kurban olmanın, teslimiyetin, inanmanın, iyiliğin kalbine işleyeceği örneklerle anlatmanın yolu yaşamaktır. . Her günümüzü bayram yapacak bayramlar yaşayabilmek dileği ile...

Mutlu Bayramlar...