Translate

30 Ağustos 2015 Pazar

İYİLİK...

Neden iyiye dönüşmüyor insanlar...

Daha pis,
Daha güvenilmez
Daha saygısız,
Daha kaba kuvvet yanlısı,
Daha bencil,
Daha çıkarcı,
Daha bi daha oluveriyor dünya...

Çünkü; iyilikle yapılan her hareket ya suistimal edildi.. ya da minareye kılıf olarak kullanıldı...
Çünkü; her iyiliğin altında birşeyler arar olundu...
Çünkü; korkularımız, şüphe çemberine hapsetti zihnimizi...

Yaşlıları yoldan karşıya geçirme; organlarını çalarlar...
Çocukları top oynamaya salma; cinsel tacize uğrarlar...
İhtiyacı olana yardım etme; senden zengindirler...
Kapıdan su isteyene açma; evi soyarlar...
Yol parası isteyene yardım etme; bu çok kullanılan bir dilenme şekli...
"Açım" diyene bir kap çorba verme; amaaannn hangi biri ile başa çıkacaksın...

Yok yok daha saymayayım... Sadece bir küçük hikaye benden:

**************
Babasının emekli maaşı ile kıt kanaat geçinen ailenin kızı Aylin yeni öğretmen olmuştu.  Tüm benliğiyle "iyilik" üzerine yetiştireceği öğrencileri ile geleceğe aydınlık olmak üzerine yaşıyordu.
Köy okuluna atanmıştı.
Öğrencileri fakir fakat tam istediği gibi hırslı ve azimli idiler. Prıl pırıl tam 50 öğrenci emanetti ellerine...
Çoğunun üstü başı perişan idi ama yoklukla sınanıyor gibi hissetmiyordu hiçbiri... Varlığı bilmeyince yokluğa söylenmelerini beklemek de anlamsızdı zaten...
Her ay maaşından ailesine gönderip destek oluyor, kalanından da bir öğrencisine ayakkabı almaya gayret ediyordu. Köyde herkesin bakışları minnetle dönüyordu Aylin'e... Ağanın kızı Hayriye hariç...
Sadece kendisinin güzel ayakkabı giymesine o kadar alışmıştı ki Aylin öğretmene içten içe hasetleniyordu. Babası ile bu konu hakkında konuşup, gücünü köylüden yana bir kere kullanmayan ağayı, dolduruşa getiriyordu. Öğretmeninin kendisine iyi davranmadığını söylüyordu.. Ne yaptı etti; ağa, Aylin öğretmeni başka bir köye gönderdi...
Arkadaşları, ailesi başının etini yerken, sözleri hiç değişmedi... "Güçlünün zayıfı ezmesine biz ses çıkartmazsak, güçlü her daim daha zalim olma yoluna gitmeyecek mi... Görevimi tamamlayamadım  ama, çocuklarım bu kışı ilk defa ayakları üşümeden geçirecek.. Bu da her şeye değer... Onlara herşeyi veremediysem de artık tek seçeneklerinin köyleri olmadığını biliyorlar...Dünya için anlamsız olsa da  o çocuklar için çok şey değişti... Bu da bana yeter..."
************

Bulunduğu ortamda "tek" olmak isteyen Hayriyeler her zaman olacak...
Hayriyelerini herşeye rağmen koruyacak ağalar da her zaman olacak...Eğer HERŞEYE RAĞMEN Aylin  öğretmenler olmazsa işte o zaman dünyadan umudu kesmek gerekir...
Herkes üzerine düşeni yapar, çevresindeki bir "canlının" hayatına dokunursa önü alınmaz bir hızla ilerler iyilik...


Bir köpeğe yemek veren çocuk
Bir çiçeğe su veren küçük abi,
Kedilere su kabı bırakan küçük abla...
Çocuğunun yanında yere izmarit atan birini uyararak utandıran bir baba...
Şiddete meyilli bireyi tedaviye ikna eden komşu...

Yeter ki iyilik öncesi cinsiyetini; ırkını, milletini, parasını, boyunu posunu, saçının rengini, kaşının yerini sorgulamayalım... Yeter ki tek amaç "iyilik" olsun..
Varsın karşımızdaki "kötü" olsun... Unutmamak gerekir ki "ameller niyetlere göredir"...
Biz niyetimizden emin olalım.. ilahi kudret ibreyi "iyilikten-adaletten-huzurdan yana" çevirmemize yardım edecektir...

Tüm güzel insanlar her türlü kötülüğe karşı bir insanın hayatına dokunursa, "gül kokusu elden ele" misali daha iyiye dönüşecek insanlar... Daha  iyi insanlarla daha iyi bir yere dönüşecek dünyamız, yarınlarımız...

Benim hala umudum var...

29 Ağustos 2015 Cumartesi

OYUNCAKLARIN CİNSİYETİ... .

Merhabalar...

Oyuncak seçiminin insanoğlunu nasıl etkilediği üzerine bir makale okudum...
Makalenin ana fikri "oyuncakların cinsiyeti olmamalı ve bu insanın gelişiminde çok önemli bir konu"...

Bir oyuncak sadece gözün gördüğü değildir, çağrıştırdıkları ve oyun esnasında oyuncağa yüklenen karakter değerlerinin toplamıdır...

Bizler; erkek çocukları için silah-asker-top;  kız çocukları için kız bebek-mutfak setleri-çay takımları alınan; oyuncakları karıştırmayan bir nesil olarak büyüdük... Evcilik oynayan erkeklerle dalga geçilirdi... Mahalleler arası savaşa katılan kızlar ilk hedef olarak seçilir ve ağlatılana kadar iki taraf da çalışırdı... Malum kız, kızlığını bilecek... Eline bebeğini almak varken ne haddine fişeklerle savaşçılık oynamak...

Bizim nesilin kafasında, çenesinde, dizlerinde derin yara izleri hatta dikiş izleri vardır. Hepsi de keyifli oyun anılarını çağrıştırır...  Okul öncesi dönemde oyunlar birbirine karıştırılmaz, gizli bir  çizgi ile ayrıştırılırdık... Sonrasında piknik oyunları ile yakantop-dombili-istop-saklambaç oynardık...
Biz hep oyunlara da oyuncaklara da cinsiyet yükledik...Şimdi nasıl olacak da kendi çocuklarımıza bunu yansıtmayacağız...

Cevabı basit aslında...
Beraber oynayacağız...
Ailece, her oyuncakla... Her oyunu... Birlikte anlamlandıracağız...

Alper'e oyuncak seçerken (artık ben seçemiyorum... arkadaşları, tv, tablet oyunları daha belirleyici oluyor) nasıl oynayacağımızı da planlayıp öyle alırdık.

En çok oynadığımız, ev yapımı bol aksesuarlı oyuncak otelimiz oldu. Hala eve gelen arkadaşları ile de oynar.  Alper baba-anne  karakterini oynatır ben de çocukları ele alırdım. Bir yandan keyifli vakit geçirir bir yandan da bizim hakkımızda ne düşündüğünü, bizi nasıl değerlendirdiğini okumaya çalışırdım. Çocuklara bazan yaramazlık yaptırırdım verdiği tepkilerle gerçek hayatımızı okumaya çabalardım... Kesin sonuç olduğunu söyleyebilirim.


 

Okulda sınıf arkadaşlarını, öğretmenini de en iyi bu yolla takip edersiniz.Siz öğrenci olun, çocuğunuz öğretmen... yaramazlık yapın, ya da çok uyumlu olun, nasıl davrandığını seyredin... Öğretmenini ve arkadaşlarını  kopyalayacaktır size...






Lütfen oyuncakların "bize öğretilen" cinsel ayrımını göz ardı edin.

Erkek çocuklarımızın da oyuncak bebekleri, mutfak setleri, çay bardakları olsun... Olsun ki büyüdüğünde kadınlara "hizmetçi" karakteri yüklemesin...

Kız çocuklarınıza da top, araba, asker setleri alın... alın ki; kadını "korunmaya muhtaç", "ev işlerinin sorumlusu" olarak tanımlamasın...




Çocuklarımızı eşitlik üzerine yetiştirmenin yolu ilk 6 yıldan geçiyormuş.
 O yüzden; yarınların daha eşitlik üzerine inşa edilmesinin sorumluluğu biraz da biz ebeveynlerde...

Alper'le oynadığımız birkaç oyunun metne dökülmüş halini de yakın zamanda paylaşacağım sizlerle...

Sevgi ve oyunla kalın...

17 Ağustos 2015 Pazartesi

AĞUSTOSDA KARTOPU...

Hayatımızı, her yönü ile olmasa da, biz şekillendiririz...

Korkularımız kadar önünü keser,
Hayallerimiz kadar yaşar,
Anlam yüklediğimiz kadar değerlenir,
Paylaştığımız kadar büyür,
Hissettiğimiz kadar "bizim" olur...

Ölüm, şu dünyadaki tek gerçek son..
Doğum ve ölüm arasındaki yaşanmışlıklar, bizi farklılaştırır...
Ne yapacaksanız yapın lakin öncesinde, "öleceğinizi hatırlayın...
Elinizde iki seçenek var... Yapmak ya da yapmamak
Yaşadığınız gün, kalan ömrünüzün ilk günü...

Birgün yaşamımız sona erecekse, bize verilen süre yaşanmış olmalı... 

Önce "özgür" olmalı insan... Özgürlük vazgeçebilmektir...  Vazgeçemediğimiz her şey bizi bağlar...
Vazgeçemediğimiz eşimiz, dostumuz, çocuğumuz, şehrimiz, işimiz, alışkanlıklarımız...

O yüzden "optimum özgürlük" diye tanımladığım bir alan vardır hayatımızda... Kendinizi mutlu edebileceğiniz, yaşamınıza değer katabileceğiniz alan...
Sakın o dilime burun kırmayın, ZAMAN GÖRECELİDİR... Bazen bir "pazar tatili" tüm haftadan daha uzun yaşanabilir...
Mutlaka siz de yaşamışsınızdır... Bir doğumhane-ameliyathane önü,  bir cenaze, bir mezuniyet, bir yangın, bir deprem anı.... Yıllar gibi uzun gelmiştir mutlaka...

.....................

Cumartesi ailece bisiklet turu, arkadaşlarla saklambaç,  akşam bahçede ızgara keyfi ve anında yapılan bir program....
Pazar sabah erkenden  uludağ zirve yolculuğu... Hedef, göller bölgesinde çay demlemek..:)

Alper'le yürünemeyecek bir rota...Her araçla çıkılamayacak bir yol için uygun bir vasıta tam bir "denk gelme" durumu oldu...  Herkesi o kadar işi vardı ki... sıralanırken bile yoruyordu insanı..  Biz uzun yaşamayı tercih eden bir grup insan, sabah erkenden keyifli anılar biriktirmek üzere çıktık yola...

Asla konforlu bir yolculuk değildi ama kesinlikle muhteşem bir yolculuktu...

 Araba içini, kahvaltı adına, mis gibi simit kokusu ile doldurduk....
Zıpladık, hopladık, kafalarımız çarptı, kikirdedik, bilgilerimizi paylaştık, her ortamda uyunabileceğini ispatladık...
Arabadan inip, "bulut görmüş şaşkın şehirliler" olarak bol bol fotoğraf çektik...
Yayla evini ve içinde yaşayan "kazak giymiş" insanlarını (belki biraz kıskanarak) izledik...
Bulutların dağa yürüyüşüne şahit olmanın heyecanını paylaştık...
Dağdan gelen suyu avuçlayarak içmenin keyfini zirvede yaşadık...
İddiaya girerek kar tepesine yürüdük, kartopu yaptık...
Ayak izlerimizi bıraktık...
Endemik bitkilerin varoluş zerafetine ortak olduk..Altın otu topladık...
Toprağın kokusunu, bulutların yakınlığını zihnimize kazıdık...
Üşüdük.. ısındık..sesimizin dağlarda yansımasına kulak verdik...
Sonra gönlümüzü, aklımızı, dağın verdiği özgürlüğü; yerimize gidecek insanlara bırakıp, kendi hayatımıza geri döndük...

Tercih ettiğimiz haliyle bizi bekleyen kendi  hayatlarımıza...



13 Ağustos 2015 Perşembe

DOMATESLİ BİBER TURŞUSU...

Bu günlerde oğlumla kış hazırlıklarını birlikte yapacak olmanın keyfini yaşıyorum...
Geçen yaz hayatımın ilklerini yaşadığım konserve-turşu-sos yapımındaki sonuçlar ve kış boyunca sevgi dolu masalarda tüketilmiş olması beni bu yıl yeni bir "deli cesareti" ile pazarlara salıveriyor:)
Tarifleri paylaşıyor ve bunun verdiği hazzın tadını çıkartıyorum...

Çocukluğum boyunca en çok duyduğum "bil de yapma" ifadesinin anlamı şu anda tüm hayatımı tanımlıyor... Annem her işte mırın-kırın yapınca istisnasız kullanırdı bu cümleyi... "bil de istersen yapma..."

Malum dünya ateş çemberi...
Zaman ne gösterir bilmiyoruz...
Zaman, her şeyi bilme ve kenarda tutma zamanı..

*küçük tamiratları yapabilmek,
* ilk yardım kurslarını tamamlamak,
*yangın söndürücüyü kullanmayı bilmek,
*yeter seviyede dikiş bilmek,
*basit modeller için saç kesebilmek,
*toprağı ekmeyi bilmek,
*olası yokluk-zor zamanlar için hamur yapmayı bilmek,
*eldeki malzemelerle çorba yapabilmek,
*örgü örmeyi bilmek...
 Hiç ihtiyaç olmasın ama, ihtiyaç olduğunda eksikliğini hissetmeden yapabilmek için... zaman ayırıp  BİLMEK için biraz kıpırdanmak gerek:)

Farkediş: Özgürlük; bilmektir...

Şimdi bu blogda ilk defa bir tarif paylaşacağım..

KIŞLIK DOMATESLİ BİBER TURŞUSU:

Malzeme oranları
3kg acı biber
5 kg domates
1 demet maydanoz
4 su bardağı sirke (üzüm sirkesi daha çok yakışıyor)
40 diş sarımsak
4 çorba kaşığı iri tuz
4 tatlı kaşığı toz şeker
kavanoz üstü için birer çay kaşığı sıvı yağ






 YAPILIŞI:

 domatesleri soyup, elde ince ince doğramak gerekli ama ben kolaya kaçıp rondodan geçirdim:(
Sarımsakları soyup iri iri parçaladım.



Domates sarımsak karışımına sirke-şeker-kaya tuzunu ekledim,  üzerine biberleri temizleyip karıştırdım.
Kavanozlara doldurup üstlerinin maydanoz ile kapattım
 
Kavanozların üstüne bir kaç parça kaya tuzu atıp birer çay kaşığı sıvı yağ gezdirdim ve "sevgi dolu huzurlu sofralarda yenilmesi duası ile" kapattım.

Direk ışık görmeyecek serin bir yerde ilk hafta kontrol altında tutarak (turşu, malum taşabilir...:) birkaç hafta bekleyeceğiz. 


 
Turşular olunca afiyetle tüketilsin:) 
Izgaraya da fırın yemeklerine de yakışıyor. Hatta biz makarna sosu gibi de tükettik geçen kış:)
 
Bu arada biberin acısına göre gece bir kase yoğurtla yendiğinde bel çevresini de eritiyor:)
Daha ne olsun...Yapacak olanların ellerine sağlık olsun. 
Şimdiden kolay gelsin...
...................
..........
..

Beni iş hayatından tanıyanların şaşkınlığına alıştım. Ben de kendime şaşırıyorum bazen.
Lakin; mutlu olmak adına hayatımı izole etmeyi seçiyorum.
Nasıl bencilce bir tutum değil mi... Bunca acının, gözyaşının, belirsizliklerin ortasında...

Evet öyle..

Oğluma nasıl anlatabilirim ki tüm bu toz bulutunu..
Bilemiyorum...
...ve "anne olma" ayrıcalığı ile, bir gülümsemeye tüm zamanını feda edecek mini dünyamda var olmayı tercih ediyorum.

Sevgi ve tebessümle; huzurla kalın...






4 Ağustos 2015 Salı

KADER...

Sadece sesi hatırlıyordu...
Tek bir ses... Yetmişti hayat çizgisinin kırılmasına...



Yaptığını farkına vardığında titreyen ellerine bakakaldı.. Nasıl yalnız hissetmişti  kendini ...
Nefessiz kalmıştı...
Vücudu hareket etmeyi reddediyordu..
Çevresinde hiçbir şey kıpırdamıyordu..
Zaman durmuştu...
 Aldığı her nefes canını yakıyordu... Yok olmak istedi.. Ölüm bile yetmeyecekti... Tek çare zerresini bile bu dünyada bırakmadan sonsuzlukta kaybolmaktı sanki...


....An'dan 5 saat önce...

Akşam yemeği için masa hazırlanmıştı. Aliye Hanım, biten çorba kaselerini alıyor, yemek servisi yapıyordu.

-Bak oğlum, araba kullanmak sanat işidir... Sadece senin iyi kullanman yeterli değil... Olası hatalı kullananı da fark etmek önemlidir... Trafikte insanlar sadece kendi hataları yüzünden zarar görmezler. O yüzden lütfen ısrar etme... Zamanı gelince araba kullanmana elbette izin vereceğiz ama  yeterli tecrübeyi kazandığından emin olmamız gerek...

Annesi tabağını verirken taze fasulyenin kokusuna burun kırmıştı.. "yine aç kalacağım" diye geçirdi içinden, yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirirken...

Babası konuşmaya devam ediyor ama Efe sadece açlığını nasıl gidereceğini düşünüyordu... Babasının her akşam aynı konuya değinmesinden fenalık geçirecekti... Biliyordu işte araba kullanmayı.. Ehliyetini de almıştı.. Artık kendi tecrübelerini arttırmak istiyordu... Heyecanını anlamıyorlardı.. Zaten hiç anlamamışlardı ki.. Sadece "uyumlu çocuk" gibi görünüyor ve bu yolla ekstra kafa ütüleyen muhabbetlerden bir nebze olsun kurtuluyordu.

-"Haklısın baba.. Heyecanımı mazur gör, ne zaman vaktin olursa beraber çıkarız. " derken masadaki tekne kazıntısı küçük kardeşine göz kırptı. Ayşe kikirdedi ve  büyülü dünyasının yenilmez kahramanı abisi ile bir kere daha gurur duydu... Çok yakışıklıydı ve arkadaşlarının ablaları deli oluyordu. Okuldaki popülaritesinde abisinin de hatırı sayılır rolü vardı...

-Aferin oğluma.. Babasının oğlu işte.. Sen benim hayallerimsin oğlum" ..
Ahmet Bey, ışıl ışıl gözlerle baktı oğluna, üniversiteyi kazanacağına kesin gözü ile bakıyordu öğretmenleri. O yüzden dershane koşuşturması arası ehliyet kursuna gitmesine de izin vermişti. Ev ekonomisini biraz zorlamıştı ama çocukları için çalışmıyor muydu zaten.. Çalışacak, mesailere kalacak ve onu da ödeyecekti...
Üniversiteye araba ile gitmeyi hak ediyordu oğlu... Lakin yeterli tecrübeye eriştiğinden emin olması önemli idi... Zorlanacak ama yaz boyunca oğlunu hazırlayacaktı...  Babasının kendisine yapmadığını oğluna yapacaktı... Büyük hayalleri vardı... Aliye ile oğullarını ince ince işliyor hayata hazırlıyordu. Zamanı geldiğinde ömürleri yetmeyecekti Ayşe için.. Kızlarını abisine emanet edecek olmaları önemli idi... Hem de çok...

Aliye Hanım şefkatli gözlerle ailesini izliyor. Gülümsemesi ile muhabbete katılıyor ve yıllarca yaşadıkları her ana teşekkür ediyordu.
.....

Saat 22:00 olmuştu. Son yudumunu aldığı çay bardağını masaya koyarken, günün tüm yorgunluğu omuzlarına birikmişti Ahmet Bey'in... Efeyle araba sürmeye gidecekti ama göz kapaklarının bir daha açılması zordu...

Saat 23:00 sularında Aliye Hanım da "iyi geceler" dileklerini sundu ve Ahmet Bey'in ardından kendi gününü noktaladı. Ayakları nasıl ağrıyordu.. Ahmet Bey'in haberi yoktu ama komşusuna temizliğe yardıma gidiyor. Efe'ye ekstra harçlık veriyordu... Çocukları için ne yapsa azdı..

Televizyonun önündeki araba anahtarı; büyük bir mutluluk vaat ediyordu Efe'ye.. Işıkları kapadı, anahtarı sıkıca avucunda tuttu, odasına yöneldi.. Yine babasından bir saatlik nutuk dinleyecekti ama direksiyonun verdiği özgürlük hissi buna fazlası ile değerdi...

Saat gece yarısını geçtiğinde yatağından kalktı, parmak uçlarında yürüyüp kapıyı açtı.. içerden gelen tıkırdı yüreğini ağzına getirmişti ama Allahtan Ayşe'ymiş... Gözlerini kırpıştırıp eli ile ovalarken anlamaya çalışıyordu... Anahtarı görünce yüzüne gülümseme yayıldı.. kendisini kucağına alması için kollarını uzattı... Efe, Ayşenin gözlerinde kaçış noktası olmadığını anlamıştı, gözlerini devirdi ve boyun eğdi. Sessizce evden çıktılar...

Dış kapıyı özenle kapatıp arabanın yanına vardıklarında heyecanlarını paylaştılar.. Efe, eve şöyle bir göz atıp zaferinin tüm bedenini ele geçirmesine izin verdi...

Ayşe'yi arka koltuğa oturtmuş, emniyet kemerini bağlamıştı...  Motorun sesini duyunca ikisi de sevinç çığlığı attı.. Artık yollar Efe'nin emrine amade idi; ne yapması gerektiğini söyleyen, kendini sıkıntıya sokan kimse de yoktu... Mutluluğun tanımı bu olmalı idi... Aynadan Ayşe'ye göz kırptı ve karşılığını aldı... Pencereleri açtı, rüzgarın yüzüne çarpmasının tadını çıkartıyordu...

Bir saat sonra Ayşe, oturduğu yerde uyumuştu. Efe doyamamıştı, bıraksalar sabaha kadar direksiyon sallayabilirdi.. Ne olursa olsun Ayşe'ye de kıyamazdı, geri dönme zamanı gelmişti.

.....

Eve varmalarına en fazla 20 dakika kalmıştı.. Yokuşu çıkarken sağdan gelen arabanın tekerlek sesini duymuştu ama çok geçti... Araba, sarhoş bir sürücünün gaz pedalındaki uyuyan  ayağına emanetti... Arka koltuğa çarpmıştı.. Efe sadece "Ayşe" diyebildi...zaman donmuştu..Ayşeden ses gelmiyordu....

......
.....

Kimdeydi hata....Kim omuzlayacaktı bu acıyı?..
Her şeyin iyisini yapmaya çalışan baba daha rahat olsaydı, Efe gece kaçamağını göze almayacak, sadece gündüz trafiğinde yoğrulacaktı...
Kocasına destek olmak adına, çocukları için gecesini gündüzüne katan anne tebessüm dışında gelişmelere dahil olsaydı belki ehliyet için önce sınavlar beklenecek ve ehliyetin verdiği rahatlık hiç olmayacaktı. Mantıklı çocuk olan Efe de bu cengaverliğe soyunmayacaktı...
Efe babasını dinleseydi, sabredebilseydi... Yatağında derin bir uykunun içinde olacaktı...
Ayşe uyanmasaydı, sadece maddi hasarlı kaza olacaktı...

Ya da, işte kader bu olsa gerek... Olacak her şey olacağına varacak... Hiçbir şeye çok müdahale etmemek gerek... Kimsenin kader çizgisini kurgulayamayız...Bırakalım kader bizi sürüklesin.. Yeter ki yaptığımız; engellemek , aşırı destek olmak, aşırı müdahil olmak olmasın..


Yeter ki yaşadıklarımızın ardından vicdanımıza mahkum olmayalım....

Sevgi ve selametle...:)
















3 Ağustos 2015 Pazartesi

GÜVEN...


Güven ...
Nasıl değerli bir histir...
Papatya çayırındaki gelincik gibi ayırır kendini...

Hiç bitmeyecek bir enerji ile yaşamak gibidir...
Yolda kalmayacağını bilirsin yaşam yolculuğunda. Çünkü güven koşulsuzdur, zamansızdır, mekansızdır..

Varlığında:
* Korku tohumları yeşermez
* Yalnızlık, varlık göstermez
* Sevgi, zerresine kadar hissedilir
* Ümit, gerçekle el ele serpilir büyür..
* Endişelenecek hiçbir kavram bulunamaz..

Güven hissi kaybedince fark edilir genelde...
Gençliğimize güveniriz, aynalar ihanet etmeye başlayınca bi silkeleniveririz...

Ailemizin, arkadaşlarımız sonsuz sevgisine güveniriz, ölümle tanışınca, yalnızlıkla imtihanımız başlar...

Eğitimimize güveniriz; yeni neslin teknolojisini yakalayamayınca rahatlığımız için korkmaya başlarız..

Yaşanmışlıklarımıza güveniriz, çıkar ilişkilerini hissedince yaşayacaklarımızdan endişelenmeye başlarız...


Güven;  yeri geldiğinde, zamandan, mekandan, her türlü koşuldan bağımsız; sadece hissedilen eşsiz bir histir...
Önemli olan , işte o "yeri geldiğinde" güvenin karşılık bulmasıdır...


Rabbim sevdiklerimizin güveni ile sınamasın inşallah...










1 Ağustos 2015 Cumartesi

RAMAZAN'IN ARDINDAN...


Dünya alev yerine dönse de, bir ay boyunca bir virgül koyduk her şeye...

 Ramazan ayının nimetlerinden faydalanmak için bir nefeslik durdum...
Alper'in maneviyatı yüksek olguları anlaması için  kendimce günlük yaşam rutinlerimizi güncelledim...
Televizyonun haber kanallarını hayatımızdan çıkarttım...
Eve gazete alımını durdurdum...
Dünya dönüyorsa da her türlü gelişmeyi evden uzak tutmaya karar verdim...

Uzun ve sıcak oruç saatlerinde sosyal hayatımızı da duraklattık...
Ramazanın 10. gününde başladığımız mukabele grubumuz dışında "ev dışı" aktivitemiz kalmadı... Alper de benimle hazırlanıyor, bitene kadar arkadaşları ile oynuyordu. "Bildiğinden farklı" bir anne ile karşı karşıya idi.. Bunu gözlerinden okuyorduk...

Allah'la konuşmak için vaktiyle Allah'ın telefon numarasını isteyen oğluma  zamansızlığı ve her şeyin üstünde olma kavramlarını anlatmaya çalıştım. Bunu yaparken "öyle işte" kelimesini hiç kullanamamaya özen gösterdim...

Nasıl tehlikeli iki kelimedir..."öyle işte"...
"sorgulama yapma" demektir... "kabullen" demektir... "üzerine soru sorma" demektir...

Biz soru sorması için uğraşırken "ilahi konularda" soru sordurtmama eğilimi, toplumumuzda var maalesef... Bu aslında bizim jenerasyonun eksikliği ve zamanında engellenmiş olmamızın su üzerine çıkışıdır...
Beni öyle sorularla kilitledi ki... bazılarına "bak ben de bilmiyorum, beraber araştıralım mı?" demek zorunda kaldım. Ama "öyle işte" dememeye çalıştım...

-Anne; oruç tutuyoruz ya... yemek yememek, su içmemek yerine yiyeceklerimizi fakirlerle paylaşsak ve beraber yesek daha iyi olmaz mı?

-Anne; senin okuduğun dili bilmiyorum... Allah Türkçe bilmiyor mu? Neden beni anlayacağını söylüyorsun ama sen başka bir dilde okuyorsun?

-Baba; beni Ramazan partisine götürür müsün? (Ramazandaki sokak eğlencelerini kast ediyor).
(Bazan çok yorgun olduğumuzdan gece  çıkamayacağımızı söyledik)  "Sizin enerjiniz yok, ben yanlız gidemem... o zaman neden parti yapıyorlar ki!!!!

-Ben yanlız kahvaltı etmeyeceğim...O zaman bana "yemem için" ısrar edemezsin...

-Allah herşeyi biliyorsa, kötü insanları neden başka dünyaya göndermiyor... Hem öldürmek yok..hem savaş var... anlamadım..:( Yani iyiler ölmek mi zorunda!!!

-Aç insanları anlamak için oruç varsa diğer zamanlar açlık yok mu?...

 Ve daha nice muhabbet başlıkları...:)
.......
......
Kendimce cevaplarını :Alper seviyesine indirgeyerek vermeye çalıştım...

Güzel bir Ramazan geçirdiğimi de düşünürken bayram yaklaştıkça Alper gün saymaya başladı...
Ben "Bayram oyuncağı" için sabırsızlandığını düşünürken, Kadir Gecesinde Alper beni altüst etti...

-Nihayet bitiyor.. Herkese anlayışlı olmaktan çok yoruldum... Yalnızlığım bitiyor demek ki... Yine oyun oynayabileceğiz..!!!

Oysa o kadar çaba sarf etmiş; Alper böyle hissetmesin diye öyle programlara imza atmıştım ki...Lakin "Çocuğa yansıyan ne ise gerçek odur.".. Ben başarısızlığımı kucağıma almış, Alper'e Ramazanı sevdirememiş olmanın ezikliği ile kalakalmıştım....
Şimdilik çok üsteleyemiyorum... Belki bir sonraki yıl; ömrümüz olursa; daha başarılı bir sonuç çıkarabilirim...


Kim bilir....
Belki "anlayışlı olmak" adına aklındakileri soramadı...
Belki; anlatmak istediğim huzuru yansıtamadım...
Belki; ben Ramazan sevincini, uzun ve sıcak saatlere üstün kılamadım...

Belki; o kadar çabaladım ve kurguladım ki... hiç "gerçekçi" olamadı...

Umberto Eco'nun dediği gibi "ben babamın bana bir şey öğretme çabası içinde olmadığı zamanlarda öğrettiklerinden ibaretim"...

Öyle işte..:((