Translate

8 Mart 2015 Pazar

8 Mart . .


8 Mart.... Dünya Kadınlar Günü... Bilen bilir hiç haz etmem tarihinde ölümün, acının, ateşin olduğu günleri kutlamayı...

İnsan olduğunu fark edemeyen bir cana, insanlığı fark ettirebilmek olsun bugünün amacı.... Bir insanı mutlu etmeye çalışmanın yaşamımıza katacağı anlamı hissetmek olsun. ..

 Sizinle sadece bir kaç hikaye paylaşacağım şimdilik... Tüm bu hikayeler etrafımızda dönüyor...  Birini fark edip dokunabilmeniz dileği ile...

........................

15 yaşındaydı...
Hüzün vardı gözlerinde...
Kapının yüzüne kapanması içindeki kağıt şatoyu yerle bir etmişti...  Oysa ne hayalleri vardı, nasıl sevmişti... Tüm dünya yansa sevgileri ve birbirlerine olan sadakatleri  her şeyin üzerinden gelecekti.. Okuduğu romanlardaki karakterler öyleydi... Oysa şimdi hayallerinden çok uzaktı... Elinde kimsesizlik, üzerinde incecik bir elbise ile soğuğun kucağına bırakılmış küçük bir kelebek gibiydi...

Hiç tanımadığı biriyle evlenmemek için  kaçmıştı, hayallerinde büyüttüğü kahramanına. Tüm kötülüklerden ve kimsesizlikten koruyacaktı kendisini...Babasının deri kemeri vücudunda şaklamayacaktı artık...Annesinin ezikliğini, korkaklığını görmeyecekti... 10 koyundan daha değerli olduğunu biliyordu...

Sevdiği adam en çok bedenini sevmişti... Çok sevmişti bedenini  çok...

Sabah emin olmuştu... Ne heyecanla beklemişti akşamı... Artık koruyup kollayacağı bir nefes olacaktı. Hayatında bir ses olacaktı... 3 koca aydır beraberlerdi ve artık evlenmeleri için minnacık bir nedenleri vardı... Yemekleri özenle hazırladığı masaya koymuştu.. Masa niyetine kullandığı ters çevrilmiş elma kasalarının üzerine serdiği gazete kağıdı bile başka bir güzel görünüyordu gözüne..  Çok mutlu olacaktı, anne olacaktı... Gerçekten anne..

Beş parasız, soğuğun içinde, çaresiz bırakılmış bir hayattı... Kendi seçmemişti ailesini... Tercihlerine sürüklenmişti... Hayallerindeki adam bu değildi. Bir terslik vardı...
"Kurtarıcım" dediği adam evli iki çocuk sahibi imiş... Sezonluk işçi imiş ve dönmüş yuvasına... Ne bir veda... ne bir not... Kulübenin sahibi gözleri ile yemişti kendisini... Eli karnına gidince anlamış ama oralı olmamıştı... yüzüne kapıyı kapatırken  hiç önemsememişti kapının arkasındaki hayatı...

......................

O kadar ağlatmıştı ki zaman onu, gözyaşı akmıyordu artık...
Hatırlayabildiği ilk zamanlarında bile vücudunda dolaşan eller, salyalı ağızlar birlikte vardı.. Annesi olsaydı korurdu belki... Babasının ölümüne "iş kazası" dediklerinde annesi üzerine gelen gölgelerle savaşmış ama "mahalle namusu" adına tavana asılan bir halkayla kadın olmanın bedelini ödemişti... 

Halasına sığınmıştı... Eniştesi, erkek kuzenleri, "annesi gibi" kahkahalarıyla  hep yanındaydı... Sevildiğini zannetmişti başlarda ama... Ne zaman ki halasının kelimeleri "ok ok" olmuştu 9 yaşında anlamaya başlamıştı... Anlamaya başlamıştı konuşmaması gerektiğini... Annesinin kokusunu hatırlamaya çalışırken "keşke"lerle boğuşuyordu. Anlamıştı  annesinin ödediği bedelin yetmediğini...
Eve gelen "amca" ya kahve yapmasını söylemişti halası...Gülerek getirmişti kahveleri.. Daha 12 idi yaşı...Parmağına taktıkları yüzük çok anlamsızdı... Eniştesi, erkek kuzenleri; "elinden oyuncağı alınmış gibi bakıyordu.. Halasının omuzlarından büyük bir YÜK kalkmış gibiydi...

Gecelerini sevmediği sıkıcı bir evcilik oyununun ortasındaydı...Yüzündeki morluk bazan acısa da en çok pencerenin arkasında okula giden yaşıtlarını gördüğünde akan göz yaşları acıtıyordu canını.... Oyun oynaması gereken elleri soğuk sudan paramparça olmuştu... En çok da kalem görünce acıyordu parmakları.... Düşünmenin çok acı verdiğini öğrenmişti... Düşününce konuşuyor, konuşunca bedeni eziliyordu... Sadece anlamıyordu..

Kimse Allah'ı anlatmamıştı... İnanmaya öyle ihtiyacı vardı ki... "Bir kadının erkeğine inanması yeter" demişti "amca" dediği kocası... Mahallede kimseyle konuşamazdı..  Yasaktı... Amcası ile yaşayan zeka özürlü bir kız diye biliyordu herkes... Malum yaşı küçük.. Kılıfsız çalınmazdı minare!!!

Yarısı kaldırımın üstünde kalan salon penceresinden görebildiği kadardı dünyası... Karanlık, tozlu ve ayaklar altında.....

........................

Yeni bir baston şarttı... Bu yokuşa dayanmıyordu ... Ağırlığı altında bir gün kırılacaktı bastonu,  daha beter olacaktı beli...
45 yaşındaydı ama gören 60'ın altı demezdi...

25 yaşında kucağına aldığı oğlunu öyle sevdi ki hayatında her şey daha bir güzelleşmişti. Büyüdükçe ele avuca sığmaz bir delikanlı oluyordu...  Babasıyla konuşsa da önünü almıyordu.. "erkek çocuk o.. adam olacak işte... hayat mektebi varken ne yapsın okulu... bir iki seneye yanıma alır öğretirim işi.. baba mesleğini alır götürür. Biz de rahat ederiz " deyip duruyordu..

Oğlu 15'indeydi... Avucundan kayıp gittiğini hissediyor ama gücü yetmiyordu oğlunu tutmaya... Babası daha iyisini bilirdi elbet.. Allaha havale ediyordu arkadaşlarını....Başka bir şey yapmayı düşünemiyordu... Düşünmek kadınların işi değildi ki...

İçeri fırtına gibi giren oğlunun üzerindeki kırmızı lekeleri fark ettiğinde çok geçti... Paraya ihtiyacı vardı ve babası vermemişti... Gençti, güçlüydü ve almasını bilmişti.... "Oğlum" diyebildi sadece. Kucağına almak sarılmak ve sakinleştirmek için kollarını açtığında belindeki acı dayanılmaz olmuştu.. İçeri giren diğer çocuklar oğlunun gözü önünde dövmüştü annesini...

2 sene sonra yürüyebilmişti.. Kocası yoktu... "anne" olamamıştı... Hala düşünemiyordu...
hapisten çıkacak "baba katili" oğlunun eve geleceğini  hayal edebiliyordu ancak...

.................

Daha nice hikayeler kaleme alınabilir... Ama okumak kadar kolay değildir yaşamak...
Bir hayata dokunabilmeniz ve yaşamınıza anlam katabilmeniz dileği ile... Tüm günleriniz yaşamaya değer olsun...